Google+ Pedallayarak Gürcistan 17.Gün Svaneti Mestia (14.08.2014) - Seyyah-ı Sohbet

1 Ağustos 2017

Pedallayarak Gürcistan 17.Gün Svaneti Mestia (14.08.2014)


Mestia Etnoğrafya müzesinden çıktıktan sonra Zurath ile bisikletlere binip kaynak suyunun olduğu yere vardık. Bisikletimdeki su şişesini çıkarıp kaynak suyundan biraz doldurup tadına baktım, sudan kükürt kokusu aldığımdan dolayı suyun tadını beğenmedim. Dünyaca meşhur Borjomi maden suyunda da aynı tadı almıştım. Ama insanlar beğeniyor.  Suyu beğenmediğimi Zurath'a el ve yüz mimikleri ile anlattım. O da beğenmemiş olmamı garipsedi.

Su kaynağının ve çevresinin bir kaç fotoğrafını aldıktan sonra ilerledik.


  Mestia'nın yanından geçen Mulkhra nehri çok yüksek gürültü ile akışına devam ediyor. Çıkardığı sesten dolayı yanında konuşulanları duymak çok güçleşiyor.


Zurath, yakındaki bu binanın önündeki kayanın üstündeki kabartma resmi gösteriyor. Kaplan tasvirine benzettim.


   Gürcü tarihini okurken Gıyaseddin 2.Keyhüsrev, kraliçe Büyük Tamar'ın torunu, Rusudan'ın kızı
olan ve adı Gürcü Hatun olarak ünlenen Tamar ile evlenmiş. Tamar için bastırdığı iki dirhem değerindeki metal parada da buna benzer aslan bulunduğunu gördüm.( Gürcü Hatun )


  Şehir merkezine doğru yürürken gençler yol kenarında oturmuşlardı. Zurath'ın akrabaları imiş. Fotoğraf çekme teklifimi kabul ettiler. Solda duran üç litrelik bira şişesi Gürcistan'da kırsal kesimde yoğun bir şekilde su matarası olarak kullanılıyor.

   Genelde taht veya koltuklarda kullanılan şekil ve işlemeler burada balkon korkuluğu olarak karşımıza çıkıyor. Bu korkuluğa benzeyen mobilyalardan, Diyarbakır'da elektronikçiler sokağı yakınında kafeler ve lokantalara yönelik üretim yaptıklarını görmüştüm. Diyarbakır'da kafelerde oturma koltukları olarak bolca kullanılıyor. 





Şehir merkezine vardığımızda at üstündeki heykel dikkatimi çekti. Atın neden o kadar şişman olduğunu merak ediyorsanız; ata elbise giydirilmiş ve süslenmiş. Belki de Tamara'nın tahta çıkış anını resmetmişlerdir.

  Heykelin üstündeki yazıyı merak edip akşam kaldığım eve döndüğümde Nano'ya göstermeyi aklımın bir kenarına yazdım. ( Akşam eve dönüp Nano'ya sorduğumda; Bu heykeli dikilen kişinin Tamara Agmashenebeli olduğunu öğrendim. Heykelin altında ise dinlerin kabul edilmiş sembolleri ve onun altında "Hepimiz tek kandanız " yazıyormuş. Tamara hakkında yazacaklarım çok tabii)
 
Mestia'nın etrafındaki dağlarda bisiklet ile gezinti yapabileceğiniz gibi, bisiklet kiralayıp çevredeki dağlarda Down hill'de yapabilirsiniz.





   Mestia meydanında bisikletimi de fotoğraflamayı unutmuyorum.

  Mestia meydanınındaki park.





Mestia meydanında dikili olan bu tabelada "Pagan Pantheon" yazısını görünce şok oldum. Daha önce hiç bir yerde böyle açıklıkla "Putperest tapınağı" yazıldığını görmemiştim. Pantheon, Roma zamanında tüm tanrıların tapınağı diye geçiyor. Bizim ülkemizde bulunan tabelalarda ise; "Apollon tapınağı" gibi olarak yazılır. Daha önce gittiğim Kazbegi dağındaki kilise yanındaki çeşmede de kilise yerine tapınak yazmışlardı.


   Meşhur Mestia savunma kulelerini göstermek isteyen Zurath'ın hadi gidelim işaretiyle yola koyuluyoruz.
   Mestia merkezinden kuzey yönüne doğru dik sokaklardan yürümeye başlıyoruz.


   Yol Mardin'de adına "Abbara" denilen geçitlere benzeyen geçitin altından devam ediyor.


   Oldukça dik olan yola bir de koca taşların döşenmesi bisikletleri itekleyerek çıkarmayı oldukça güçleştiriyor.


   Sonunda meşhur Svan savunma kulesine çıkacağım. Sabah Margiani ailesine ait bu kulenin açık olduğunu ve gezebileceğimizi Zurath'ın ablası Nano anlatmıştı.
   Buradaki insanların neden bu tür kulelere ihtiyaç duyduğunu araştırdığımda ise; Bu yapıların Urartu mimarisi olduğuna dair yazılar okuduğum gibi, aileler arası kavga ve yağmacılara karşı savunma ihtiyacından doğduğunu gördüm. Merakım artınca Türk tarih kurumundan "Gürcistan tarihi" adlı kitabı edindim. İnternetten bulduğum makalelerde ise Svanların Ushba dağı eteğindeki 4.000 metrelik buzul geçitlerinden geçerek Kabardey bölgesinden inek çaldıkları tarihi kayıtlara not düşülmüş.

   Burası kulenin zemin katı ve savunma ihtiyacı hissedildiğinde hayvanlar bu kata getiriliyor.





  Ve geldik... Kule, zemin+3 kattan oluşuyor. Çatıya çıkmak içinde çatıda bir kapak bulunuyor. Savunma ihtiyacı hissedildiğinde Margiani ailesine ait insanlar buraya toplanırmışlar. Aile derken bunu kabile olarak algılamak doğru olur.

   Sonunda hayallerini kurduğum Mestia'dayım. Hem de bir savunma kulesi üstünden! Mestia'nın eşsiz güzelliğini seyrediyorum.


   Bahçesi yoğun ağaçlı olan ortadaki bina phaliani ailesine ait


   Diğer kabilelere ait savunma kuleleri...

   Siyah mermer üzerine işlenmiş portre fotoğraflı mezar taşları.


   Bir başka Svan savunma kulesinin uzaktan görünümü.

   Kuleden indikten sonra Phaliani ailesinin evine dönüyoruz. Bahçeye girdiğimizde Murtazi'nin eve döndüğünü görüyorum. Aklımda ona yönelteceğim çok fazla soru var.


  Eve doğru giderken gezimi son zamanlarını kabusa çeviren kokuyu alıyorum. Kutaisi'de otelin mutfağında ve Ushguli'de kaldığım evde almıştım bu kokuyu. Murtazi'ye seslenerek, Murtazi'yi yanıma çağırıyorum.
  -"Bu koku nedir?"
  -"Hangi koku?"
 Elimle burnumu işaret edip, burnumdan derin bir nefes alıyorum. Murtazi de derin bir nefes çekiyor.
 Yarı kahkaha atarak.
 -"Kinza" diyerek bu otu gösteriyor. Demek Kutaisi'de mutfakta aldığım koku ve Ushguli'de o güzel eti yememi engelleyen koku buydu.

  Kinzayı maydanoz gibi salatalara koyuyorlar ama çok güçlü bir kokusu olduğundan kokunun kaynağını tespit edemiyorsunuz. Kinzanın meyvelerine bizim dilimizde kişmiş diyormuşuz.
   Siz siz olun Kafkas gezilerinde yemek yiyecekseniz " Me Ar minda kinza (Kinza istemiyorum) " demeyi unutmayın. Ben yandım siz yanmayın. :)

    Duşumu alıp, kirlenen elbiselerimi çamaşır makinesine yerleştirdikten sonra Nano'nun yanına gidip başlıyorum sorular sormaya.

 Seyyah -" Meydandaki heykel kim?"
Nano - " Tamar Mepe" (Kraliçe Tamar) ( Gürcistan seyahatim boyunca Kraliçe Tamar'dan            bahsederken çok insanüstü bir kişilikten bahsedildiğini farketmiştim. Büyük hayranlıkla anlatılıyordu.)
 S -" O kim?"
 N - "Gürcistan'ın kurucusu David Agmashenebeli'nin torunu ve ünlü Qartvel prensesi"
 S - "Peki Agmashenebeli Soyadı mı?"
 N - "Evet"
 S - "Siz ne zamandan beri soyadı kullanıyorsunuz?"
 N - "Binlerce yıl önceden soyadlarımız var."

   Gürcistan'ın kurucu kralı Kral David, Bagrationi ailesine mensupmuş. Türkiye'de yazarlar Pakraduni Ermeni diye bahsederler. Kraliçe Tamar ise Kral David'in torunu ve yaptıkları hizmetlerden dolayı Agmashenebeli ünvanını vermişler. Eğer Tsana köyünü yazdığım yazımı okuduysanız, küçük çocuğun adının Bagrati olduğunu hatırlayabilirsiniz.

   Aklıma Volkan Konak'ın Tamara adlı şarkısı geldi. Tabii ki Van gölündeki Akhtamar kilisesi de...

  Tamar isminin kökenini de merakımdan araştırdığımda karşıma çıkan sonuçlar da ilginçti.
"İbranice İncil'de 2 Samuel'de bulunan bir kişi. Kral Davud'un kızı ve Absalom'un kız kardeşiydi."
Ayrıca Tamar adı Akdeniz'in İsrail tarafında bir çukura da verilmiş.

Hristiyanlara ait eski ahit kitabının Genesis bölümünde anlatıldığına göre ise ;  "Genesis'in 38. bölümünde, Tamar ilk önce Judah'ın en büyük oğlu Er ile evlenen kişi olarak tanımlanır. Onun kötülüğü yüzünden Er, Tanrı tarafından öldürüldü."
  
    Türkiye'ye döndükten sonra yaptığım okumalarla Gürcü tarihi ilgimi çekmişti. Türk Tarih Kurumunun internet satış mağazasından aldığım Gürcistan tarihi adlı kitapta; Fransız şarkiyatçı Marie Felicite Brosset tarafından gürcüceden çevirilen kitabın 306.sayfasında "Kral David
Akhmeneshebeli" için;  
 "Giorgi 2'nin oğlu, Kral Davud'un (İslam inancına göre Peygamber Hz. Davut) 78. neslinden inmiş ve ağmaşenebeli, yani bani ve Islahatçı Lakabını taşıyan krallar kralı ... "  (Buradaki Islahatçı kelimesi devlet işleri anlamında kullanıldığı gibi insanları doğru yola sevkeden anlamında da kullanılabilir.)
   

    Soyadı kavramını biraz düşününce sonuçta kabilelerinin adıydı. Türkiye'de soyadı kanunu ile kişilere soyadı verilirken, kabile adlarının verilmediği, nüfus memurlarının zamanın hükümeti tarafından memurlara dağıtılan kitaptan memurun, rastgele bir bir soyisim verdiği anlatılır.
 
   Gerçekte olan ise; Kişilerin beyanına uygun olarak soyadları verildiği. Büyük ailelerin kullandıkları kabile adları veya göç ettikleri şehir adları kendi beyanları üzerine soyad olarak kayıtlara geçirilmiş. Büyük aile yapısı içindeki bazı ailelerin soyadları değiştirilerek, farklılaştırılarak aileler bölünmüş.
  Bazı soyisimlerindeki baş harfler değişmiş. P harfi B'ye, Z,C,S harfleri birbirine girmiş.

 Bu arada anlamını bilmediğiniz soyadınız varsa; Çağatay, Kıpçak lehçelerine bakmanızı ve bulamadıysanız; orta asya'dan polonya'ya ve Osmanlı devletinin genişlediği sınırlara kadar olan coğrafyadaki yer isimlerine ve ardından Zan dilleri grubuna bakmanızı öneririm.
 
    Bugün müzede; aşağıdaki haritayı da görünce kafamda birçok soru oluşmaya başladı.
 Colchis krallığının zamanındaki sınırları bu haritada gösterilmiş. Colchis kültürü veya Arkeologların diliyle Kura Aras(Karaz) kültürü ,Kafkaslar'dan Kudüs'e doğru daralarak giden yayılım bölgesine sahip. Benim gözlemime göre özellikle Anadolu'da Doğu Toroslar'ın içinde bu kültür devam ediyor. Mestia ve Doğu Toroslardaki kültürü birbirine benzetme sebebimin kaynağı bu olsa gerek.
   


   Nano bahçede masayı hazırladığını ve babasının beni yemeğe beklediğini söyledi.


   Yemeğe Ukrayna'nın meşhur Borşç çorbası ile başladık. Makvala(Evin hanımı) Borşç çorbasına orijinalinden farklı olarak pirinç koymuş. İlk defa yedim ve çok beğendim.

   Borşç bittikten sonra sıcak sıcak, henüz pişmiş "Kupdari" servis ettiler. Kubdari veya Kuptari;
Baharat ve soğanla birlikte kavrulmuş etin, az beklemiş hamur arasına konulup ekmek gibi pişirilmesi ile yapılıyor. Svaneti yöresine ait olduğu söyleniyor. İki dilim yedikten sonra iki dilim daha yedim. Onyedi gündür Gürcistan'daydım ve ilk defa doya doya yemek yiyebildim. Masayı sildim süpürdüm diyebilirim.



   Ekmeği nerede pişirdiklerini sorduğumda Makvala; tunci diyerek dikdörtgen şeklindeki fırın kalıplarını gösterdi. Fırın olarak ise evde kullanılan yüksek et kalınlığına sahip metalden yapılan fırınlı ev sobaları. Bizim "Tunç" dediğimiz metal alaşımına onlar "Tunci" diyorlar. Ekmeği bu tunç fırın kaplarında pişiriyor. Söylenebilecek tek şey mükemmel oldukları.

    Müzede gördüğüm eşyaların Doğu Anadolu müzelerindekilere çok benzediğinden bahsederek kafama takılan soruları Murtazi'ye sıraladım.
  Zan halklarının dört gruptan oluştuğunu, Svan'lar, Megrel'ler, Laz'lar ve Sanig'ler, en başta saydığı üç halkın hala devam ettiğini ama Sanig'lerin ortadan kaybolduğunu söyledi.
  " Saniglere ne oldu?"
  " Bilmiyorum ortadan kaybolmuşlar."

    Zan'ların eskiden Anadolu'da olduğunu anlattı. Anadolu'da birçok mimari eserlerinden bahsetti. Ben can kulağıyla dinledim. Bazı anlattıklarını ütopik olarak değerlendirdim. Yine de bilgim olmadığı için cevap vermedim.

   *Dipnot 1 :  Sanig dedikleri, aslında Canik'ler olduğunu ve Kiril alfabesinin etkisi altındaki bir çok dili bozarak isimlerin anlamsız kaldığını, iki yıl sonra Özbekistan vatandaşları ile sohbetimde bizim "C" ile söylediğimiz bazı kelimeleri onların "S" ile söylediğini farkettiğimde anlayacaktım. Bizim Türkçe "C" diye okuduğumuz harfin kril alfabesinde karşılığı yok. C diye yazdıkları harfi S diye okuyorlar. Ayrıca Sanik kelimesi Kril alfabesinde, Türkçe alfabedeki "C" harfi olmadığı için "Цanik" (Tsanik) diye yazıyor.
 *Dipnot 2 : Zanlar'ın Anadolu'da olduklarına dair anlattıklarında haklı olduğunu ertesi gün yolda gördüklerimle anlayacaktım. Sonraki zamanda yaptığım gözlemler ve araştırma yazılarıyla doğrulayacaktım.

 
  Gecenin ilerleyen saatlerinde mutfaktaki işlerini bitirerek yanımıza gelen Makvala'ya yemekler için teşekkür ettim. Nano annesinin bir otelde aşçı olduğunu anlattı. Sonra Murtazi'ye dönerek "Good Choice" diyerek başparmağımı havaya kaldırarak Makvala'yı gösterdim. Nano anlayarak gülmeye başladı. Sonra onlara tercüme etti. Hep birlikte gülüştük. Çocukları da yanımıza çağırıp (Nick ve Zurath eksik) hatıra fotoğrafımız ile anıyı dijital ortama aktardık.



   Uyku vakti yaklaştığında odama gidip eşyalarımı topladım ve bisikletime yükledim. Yarın yolculuk Megrellerin şehri Zugdidi'ye doğru. 130 km'lik yolu aynı günde gitmek için zorlamayacağım. Yolun yarısında bir yerlerde gece konaklamak istiyorum.






2 yorum:

  1. benim için gayet bilgilendirici bir yazıydı gezmiş kadar oldum ayrıca iyi araştırdığın da her halinden belli paylaştığın için teşekkürler,

    bu her ne kadar 6 yıl önce yazılmış olsa da tavsiyem edebi anlatımı yani betimleme, ima, göndermeleri kullanarak yazını biraz daha süslemen.

    YanıtlaSil