Google+ Pedallayarak Gürcistan 14. Gün Lentekhi - Chvelieri - Mele - Tsana (11.08.2014) - Seyyah-ı Sohbet

11 Ağustos 2014

Pedallayarak Gürcistan 14. Gün Lentekhi - Chvelieri - Mele - Tsana (11.08.2014)

Sabah 06:30'a kurduğum telefonumun sesiyle uyandım. Gece duvarın içinde yürüyen ve kemiren farenin çıkardığı seslerle uykum sık sık bölünmüştü. Gelen seslerden farenin boyutunun büyük olduğunu tahmin ettim. Eşyalarımı toplayarak aşağıdaki bahçe mutfağına indim. Kahvaltımı miranda hazırladı. Duvarın içinde farenin yürüdüğünü, Miranda'ya anlattım ama ilk defa duyduğunu söyledi. Daha önce hazırladığım bisikletime binerek saat 07:30'da yola koyuldum. Lentekhi'den çıkarken bir fotoğraf alıp ayrıldım.
   Hava sıcaklığı 30 derece civarında, Bu bölgeyi geçerken yağmura yakalanma korkum hep vardı. Dualarım kabul olmuşa benziyordu ki şu ana kadar Kutaisi'de ki ahmak ıslatan yağmur dışında yağmura yakalanmadım.

Doğa'nın tadını çıkartarak yavaş yavaş pedallıyorum. 

Bu güzel şelalenin fotoğrafını çekmek için durdum ama elektrik hatları fotoğrafı böldü.

   Dün gördüğüm depodan yapılmış bekleme yerinin fotoğrafını alıyorum. Yol Durashi köyüne doğru gidiyor.

   Chvelieri köyüne varıyorum. Yol köyün içinden geçiyor. Yol, asfalt ama asfaltın chvelieri'de biteceğini söylemişlerdi.
   Dün alışveriş yapmak istediğim ve ödeme yapmak istediğimde, cüzdanımı Lentekhi'de unuttuğumu anlamamı sağlayan bakkal dükkanı.

  Chvelieri köyü çıkışında asfalt bitiyor. Yol artık su birikintileri ve çamur eşliğinde devam ediyor. Eski iş makinasında oynayan çocuğu gördüğümde bisikletimden inip yanına yaklaştım. Genç yaştaki annesi yanında bekliyordu. Çocuğun fotoğrafını çekmek istediğimde, çocuk ağlamaya başladı. Elimi cebime atarak, metal 1 Lari çıkarıp annesine uzattım, çocuğu işaret ederek çikolata dedim. Almak istemedi ama lütfen diyerek ısrar edince, alarak madloba diyerek teşekkür etti. El sallayarak uzaklaştım.

  Leusheri köyüne vardığımda seyyar manavın satış yaptığını gördüm.  Fotoğraftaki kişi biraz Türkçe biliyordu. Türkiye'ye çalışmaya gelmiş. Neden kendilerinin sebze ekmediklerini sordum. Burada hava yeterince ısınmadığı için yetişmiyormuş. Ayrıca evsahiplerinin bir kısmı sadece yazın buraya geliyorlarmış. Kışın burada çok kar yağıyor mu? diye sordum. Eskiden 2-3 metre civarında yağardı ama artık 1 metre civarında yağıyor dedi.




   Anıtı sordum. 2.dünya savaşında almanlara karşı ölenler olduğunu söyledi. Biraz sonra yanımıza bir çift geldi. Benden rahatsız olmuş gibi bakışları vardı. Ortamda samimiyet hissi de düşük olunca tekrar yol almaya başladım.

 Yol kenarında akan ufak derelerin oluşturduğu su birikintileri ile bölünen yolların etrafı sık ormanla kaplı, ormana bakmak ürpermenize yetiyor.  Çok az yerde orman içinde patika yollar var. Geri kalan kısmın içine girilmediği çalıların sağlamlığından ve kuruyan ağaç dallarından belli oluyor.
 Fotoğrafı çektiğim noktada Türkiye'den yanımda getirdiğim barbunya konservesinden bir tane açıp yemeye başladım. Aşırı nemin verdiği etkiyi üstümden atmak için biraz uzanıp, tekrar yola devam ettim.



 Yol boyunca bu eve benzer bir çok ev terk edilmiş durumda. Mimari ve ahşap işçilikleri harika sayılabilecek yapılarda mevcut.


Panaga köyüne vardığımda çocukların bisiklete bindiklerini gördüm. Beni gören çocuklar hemen yanıma geldiler. İşaret diliyle, birlikte fotoğraf çekilelim dedim. Çocukları aynı kareye sığdırmakta biraz zorlansam da doğrusu ortaya güzel bir fotoğraf çıktı. Çocukların yüzleri Anadolu'daki çocuk yüzlerine benziyor. Gezilerimde, çocuklara dağıtmak için küçük çikolatalar taşırım. Çikolata getirmediğime üzüldüm.


   Bunlar yaramazlık yapanlar. Bisikletin gidonuna dokunup seviniyorlardı.


  Yolda ölen kişinin anısına yapılmış bir masa ve ölen kişinin fotoğrafı bulunan metal kutu. Ölen kişinin yakınları veya oradan geçen bir başkası bu dolaplara içki, sigara ve yiyecek koyuyor. Yoldan geçen bir başka kişinin bırakılanlardan faydalanmasıyla ölen kişiye sevap yazılacakmış diye düşünülüyor.

   Döndükten sonra haritadan baktığım da Mourgouli diye bir nehrin üzerinden geçmişim. Artvin ilinin Murgul ilçesiyle isim benzerliği açıkça belli oluyor.
   Ha gayret Sasashi köyüne az kaldı.

 Yeni çekilmiş enerji hatları.

Sasashi köyünün girişi. İnekler etrafta özgürce otluyorlar. Bırakın çobanı ortalıkta köy halkından hiç kimse yok. Köpekler hariç demem gerekiyordu. Çünkü bu inekleri koruyan köpek, havlamaya başladığında hareketsiz kaldım. İlerlediğimi ve bölgesine girmediğimi anladığında susarak gitmemi bekledi.

  Fotoğrafı çekerken sol taraftaki evin bahçesinden yine bir köpek sesi duydum. Hemen bisiklete binerek oradan uzaklaştım. Köpek biraz arkamdan koştursa da benim uzaklaştığımı görünce takibi bıraktı. Anlaşılan bu bölge de köpeklerle cebelleşeceğiz.

   Sasashi köyündeki evler birbirinden uzak ve etrafta kimseyi göremedim.
Yol üstünde akan suyu görünce, ileride su bulamama ihtimaline karşın tedbir amaçlı su şişelerimi doldurmak istedim. Ama akan suyun içinde kum miktarı oldukça yüksekti. Yine de suyu doldurup bisikletteki yerlerine yerleştirdim. Çaresiz kaldığımda,suyu içebilmek için, elbiselerimi kullanarak filtreden geçireceğim.


 Daha önceki günlerde de yazdığım gibi Gürcistan'da inekler uzanmak için köprüleri seçiyorlar. Betonun ısıyı tutmasından olsa gerek, inekler burada uzanmış ve tüm gübrelerini buraya bırakmışlar. Köprünün üstü inek gübresi dolu.
 

  Tskhenistskali nehri artık sağ tarafımda kalacak. Kafkas dağlarındaki buzulların erimesi ile oluşan nehir, Megrellerin bölgesine(mingrelia) alüvyon taşıyarak Poti şehri arkasındaki bataklıktan Karadeniz'e ulaşıyor..
    Tskhenistskali nehri,  Lentekhi'ye doğru.

 Tskhenistskali nehri Kafkas dağlarına doğru.

 Suyun açtığı yarıklarla bozulan yolda yükselerek devam ediyorum. Saat 15:30 civarı ve ben çok oyalandığımı düşünüyorum. Geceyi Mele köyünde geçirsem mi? diye düşünüyorum. Nem miktarı çok yüksek oluşu ve güneş'de yol aldığımdan dolayı çok hızlı  hareket edemiyorum.

  Google earth'dan baktığımda etrafının bakir kaldığı görülüyor. Etrafında çekilip ve yayınlanan fotoğraflara göre çok güzel bir doğası olduğunu anladığım ve ismini bilmediğim dağ.

  Jakhunderi köyünün giriş tabelası.

   Artık kullanılmayan satış büfesi. Büfenin burada olmasının ve artık kullanılmıyor olmasının sebebinin, bir zamanlar buraya gelen turist sayısının çok olduğunun göstergesi diye düşünüyorum.

  Lemzagori köyünden sonra yol üstündeki eriklerin tadına baktım. Karşı tarlada ot biçenlerle el sallayarak selamlaştık.

Chikhareshi köyünden sonra karşıdan üç bisikletlinin geldiğini gördüm.

 Yanıma geldiklerinde fotoğraf çektim.Alman asıllı bir aile olduklarını öğrendim. Nereden nereye vs. sohbetinden sonra adam, bayrağa dikkatli bakıp yüzünü ekşitti. Zaten bakışlarından, senin ne işin var buralarda der gibiydi. Senin bisikletinde ne kadar çok eşya var dedi. Sizin de aynı dedim.
   Bayan benim elbiselerimi işaret etti ve kendi elbiselerini gösterdi. Neden onun elbiseleri temiz de bizim elbisemiz çamurlu dediğini düşündüm. İşaretlerinden gayet açık anlaşılıyordu. Giysilerimi yıkattığımı ve çamurlu sulara çok hızlı girdiklerini söyledim. Ben ise çamurlu suların yanından geçiyorum. Eğer içinden geçmem gerekiyorsa çok yavaş geçtiğimi söyledim.
   Beni gördüklerine pek hoşnut olmuşa benzemiyorlardı, yüzlerindeki nefreti algılayabiliyordum. Fazla uzatmadan yanlarından uzaklaştım. İsimlerini dahi sormadım.

   Mele köyüne girdiğimde anayolda taşlar ve toprak tümsekler olduğunu gördüm. Yer yer ise çamurlu su birikintileri vardı. Yolda sadece jiplerin geçeceği şekilde yükseltiler vardı. İşin garibi ise bu yükseltilerin olduğu yerde bir bakkal ve guest house'un olması idi. Bilinçli olduğu her halinden belliydi. Jip kiralamadan para kazanmak için yaptıklarını düşündüm.
  Bakkala yaklaşırken Kafkas çoban köpeği havlayarak üstüme doğru gelmeye başladı. Bisikletten inip hareketsiz beklemeye başladım. Bakkaldan çıkan adam köpeğe bağırdı ve köpek yanımdan uzaklaştı. Bisiklete binip, bakkalın yanından geçerken Gamar jobar dedim ama adam oralı olmadı. Alışveriş yapmayı düşünüyordum. Adam böyle yapınca; içimden alışveriş yapmıyorum ulan. dedim.
  Mele köyü diğer köylere nazaran acayip kötü kokuyordu. Mele köyünden hiç hoşlanmadım. Gece burada konaklamayı göz ardı edip, gidebileceğim kadar gidip ormanda çadır kurmayı düşündüm. Google earth'dan baktığım Tsana köyüne yetişirsem ve yaşayan birilerini bulabilirsem belki evlerine konuk olmayı da düşünerek yola koyuldum.
 Köyün çıkışında akan bir dere başında 20-30 yaş arası 6-7 tane genç oturmuşlardı. Selam vererek çeşmeyi sordum. Biri elimdeki şişeyi aldı ve evin bahçesindeki çeşmeden su doldurmaya gitti. Ben ise yanlarına oturup bir sigara içtim. İngilizce biliyor musunuz? dedim. Hayır dediler.
  El işareti ile "Sen yalnız mısın?" diye sordular. Evet yalnızım. Arkadaşlarım beni satelit(uydu) üzerinden takip ediyor dedim.
  Gençlerin yanında oturmayı sürdürürken, arkadan biri ingilizce konuşarak,
- Genç : "Bana sigara verir misin?"
-Seyyah: Sigaram az ve 2 gün sonra Ushguli'ye gideceğim.
-Genç : Bizim suyumuzu aldın. Sigara vermen gerekir.

  Bunu duyunca işin sertliğe doğru gittiğini anladım. Ne altta kalmalıydım ne de üste çıkmalıydım. Aba altından sopa gösterme yolunu seçerek,

- Seyyah : Sigaram az. Eğer istersen suyunuzu geri verebilirim.
- Genç : Gerek yok.
- Seyyah : Bana ingilizce bilmediğinizi söylemiştiniz.
- Genç : Hayır biliyorum. Tiflis'te üniversite okuyorum.

Bunları söylerken yüzündeki ifade hoşuma gitmedi. Gençlerin konuşmaları susmuş ve ortam buz kesmişti.
  Köyde yaşayan gençlerin herhangi bir geliri olmadığı için alım güçleri de yoktu. Evlerinde yaptıkları şarabı içiyorlardı ama marketten sigara gibi özel zevkleri alamıyorlardı. Bu da onları tehlikeli sınıfına sokmaya yetiyordu. Gürcistan'a girdiğim ilk günlerde parliament sigaramı görenler, ooooo diyerekten gıpta ile bakıyorlardı. Onlar için aşırı zenginlik belirtisi olduğunu ve zenginlik işaretimin beni tehlikeye atabileceğini kısa sürede anlamıştım.
   Her nasıl olduysa bu köyde boş bulunup gençlerin yanında sigara içmiştim. Bu köyden sonra yerleşim birimi olmamasından dolayı tehlike bir kat daha artıyordu. Köy dışında beni soyabilirler diye düşündüm.
  Bisiklet gidon çantamı açıp, taşıdığım biber gazını, çantamın üst taraflarına getirdim.Bisikletime binip hızlıca oradan uzaklaştım.


   Artık sık ormanda açılan yolda ilerliyordum. Ormanda hiç kimse yoktu. Aşırı nemden her taraf ıslaktı. Orman ise çok sıktı. Artık Beeline operatöründen aldığım gsm hattımda bu bölgede çalışmıyordu.
   Bir ara karşı yönden gelen inek sürüsünü gördüm. Arkadan gelen köpek üstüme doğru geldi. Bisikletten inip hareketsiz kaldım. Köpek önüme gelip, bir kaç kez havladı. Hareket etmediğime emin olunca sürünün arkasına gidip diğer inekleri benim yanımdan geçirdi. Köpek mükemmel şekilde sürüyü kontrol ediyor ve sürünün güvenliğini sağlıyordu.

  Benieri köyünün altından akan ve yolu kesen nehir.


   Artık bu gece uyumak için bir yer bulmam gerekli diye düşünürken, bu tarlada çadır kurabilirim diye düşündüysem de ormanın çok sık olması ve yaban hayvanın kesinlikle olacağını düşünmemle kararımdan vazgeçtim. Tsana köyüne yetişip yakınında çadır kurmam daha güvenli geldi.


   İçme suyum çok az kalmıştı. Çantamda fazladan taşıdığım iki adet Tupperware marka 1 litrelik su şişelerini de doldurdum. Karanlık çöker ve ben Ts'ana köyüne varamazsam geceyi çadırda geçirecek ve bu suları süzerek kullanacağım.
   Bisikletimdeki ağır yükten dolayı diz eklemlerim ağrımaya başlamıştı. Yanımda taşıdığım adele ağrılarını geçiren merhemden dizlerime sürdüm.

   Bir ara yanımdan JJ5 model bir jeep geçti. Jipin üst bagajında içecek ve yiyecekler vardı. Zeskho veya Tsana köyüne gidiyor olmalıydı.

Tskhenistskali nehri ile Zeskho nehrinin birleşme noktasındaki köprüye geldim. Sol taraftan gitmem gerektiğini biliyordum ama sol taraftaki araç izleri çok belirsizdi. Cep telefonumda gps'i açtım ama uyduyu bulamıyordu. Nasıl bulsun ki granit dağın kesilmesiyle yol açılmış.



Zeskho nehri, Tskhenstskali nehri ile buluşmaya gidiyor.


Köprünün diğer tarafına geçip akıllı telefonumun gps bağlantısını sağlamasını bekledim. Gps konumumu bulunca Tsana köyüne 10 km kadar kaldığını gördüm. Kullandığım program olan Osmand'da yakınlaşma seviyesini artırınca Tsana köyünde bir Guest House olduğunu gördüm. Osmand yine beni kurtarmıştı. Saat 19:00'a yaklaşıyor. Havanın kararmasına 45 dakika kadar var.




Hemen bisikletime binerek hızlıca yol almaya başladım. Güneşin etkisini yitirmesiyle nemin insanı boğma hissi kayboldu ve artık daha rahat yol almaya başladım.





  Zemin olarak çok bozuk bir yolda ilerliyorum. Sık sık içi su dolu çukurlar yolumu kesiyor. Bisikletimle içlerinden yavaşça geçiyorum.

 Bu kısımdaki çamurlu göletlerin birinden geçerken derinliğini az sanarak içine daldığımda su seviyesinin yarım teker yüksekliğini aşmasıyla ayakkabılarıma çamur doldu.


   Az önce Zeskho nehri ile Koruldashi nehrinin birleşme yerindeki köprüden geçtim ve artık solumda koruldashi nehri var.
  Bu tabelaya geldiğimde tekrar akıllı tefonumdan gps uydularımdan yönümü kontrol edip yol almaya başladım.

  Tabeladan sonra yol iyice dikleşmeye başladı. Yüzde 10 eğimlerle çıktığım yolda havanın kararması ile kafa lambamı çıkarıp kafama taktım. Lambayı açarak çok sık ormanın içinde ilerliyorum. O kadar sık ki Geçen jipler yolun sağ ve solundaki ağaç dallarına çarpabilirler.
  Hava iyice karardığında kafamı orman içine çevirdiğimde ormanda bir çift gözün ışığımla aydınlandığını farkettim. Göz aralığından köpek büyüklüğünde bir hayvanın olduğunu farkettim. Bunu farkedince yoldaki büyük çukurlara ve kaya kaplamaya aldırmadan varolan gücümle pedallere asıldım. O eğimi nasıl çıktığımı anlayamadım. :)
  Eğim bitip düz yol başladıktan biraz sonra Tsana köyünün titrek ışıkları gözükmeye başlamıştı. Tsana köyünün yol ayrımına geldiğimde Koruldashi nehrinin üzerine kurulmuş ve köprünün ortasında metal kapısı olan bir köprü olduğunu gördüm. Köprüden geçerek köy içine girdim ve osmand'da Guest House olarak işaretlenen evin önüne geldim. Evde Guest House  olduğuna daair bir tabela yoktu. İki katlı olan evin üst katında titrek ışıklı bir ampul yanıyordu. GamarJobar diye birkaç kez seslendim. Üst kattan yaşlı bir bayan balkona çıktı. Guest House diye bağırdım. Eliyle ilerideki evleri gösterdi. Gösterdiği yöne gittim ama herhangi bir işaret göremedim. Tekrar gelip Guest House diye bağırınca, eliyle bekle geliyorum işareti yaptı. Az sonra elinde el feneri ile yanıma geldi. Köy içinde ilerleyip Guest House'a vardık. Hava iyice soğumaya başlamıştı. Esen rüzgar sayesinde hava sıcaklığı 5 derece civarındaydı.
  Bahçe içerisinde iki katlı bir evdi. Evden yaşlı bir kadınla birlikte bir kız ve bir oğlan çıktı. Kız ingilizce biliyordu. Yaşlı kadın çok aksi birine benziyordu. Kızın adı Reya ve kardeşinin adı ise David'miş.
-Seyyah : Bir gecelik ücret ne kadar?
- Reya : 60 Lari
- Seyyah :  Yemek yemeyeceğim. Sadece yatak ve duş.
- Reya : 40 Lari
-Seyyah : Benim çadırım var. 20 Lari olur mu? Eğer olmaz ise burada çadır kuracağım.
Kız ninesine dönüp sordu. Ninesi tamam dedi.

 Bisikleti basamaklardan ittirerek evin koridoruna soktum. Bisikleti basamaklardan çıkarırken sağ ön çantamın taşıyıcı kancasının bir tanesi de koptu. Diğer çantanın bir kancası daha önce kopmuştu. Fotoğraf makinamı uzatıp fotoğrafımı çekmelerini istedim.
 Duşun yerini sordum. Dışarıdaymış. Duş almayacağımı söyledim. Reya'ya babaannesinin neden böyle kızgın olduğunu sordum. Svanlar böyledir. Tbilisi'de minibüs durağında beni uyaran adam doğru söylüyormuş.

Spd botlarımı çıkarıp terliklerimi giydim. Botlarımı dışarıda çeşmede yıkayarak temizledim. Alt kattaki evlerinde mutfak olarak kullandıkları odaya geçtik. İçerde soba yanıyordu. Botlarımı kuruması için odada müsait bir yere bıraktım. Masaya oturup yanımdaki tahin, domates ve Mirandanın verdiği peynirden yemeye başladım. Sobanın üstündeki sıcak sudan bir sallama çay yaptım. Kız bana iki tane sobada pişen patates getirdi. Yemeğimi yerken oğlan ve kızla sohbet etmeye başladık. Kutaisi'de oturuyorlarmış. Dede ve ninelerinin yanına gelmişler. Dede ve ninesi de buraya yazın peynir yapmaya geliyorlarmış. Kız 11 yaşında ve iyi derecede ingilizce konuşuyor.
 Tel dolap dikkatimi çekti. 1980 öncesi bizim evde vardı. Buzdolabı gelince işlevini yitirdi.

  Biraz sonra dedeleri geldi. Dedelerinin suratını gördüğümde şok olmuştum. Surat ve vücut özellikleriyle Doğu Anadolu-Karadeniz'de yaşayanlara benziyordu. Doğrusu bu suratı burada görmeyi hiç beklemiyordum. (190 cm boy, zayıf ve ince vücut, kemerli burun, hafif kambur, üst tarafı dökülmüş ve beyazlamış saçlar)
  Dedesi, kıza nereden geldiğimi sordu. Türketi cevabını alınca Gürcüce biliyor mu? Hayır cevabıyla Rusça? diye sordu. Hayır cevabından sonra eliyle ben ne konuşacağım der gibi bir işaret yaptı ve arkasını dönüp gitti.
   Dedesinin üstünde Energo-pro şirketinin yeleği vardı. Dedesi 7 yıl önce şirketten emekli olmuş. Meslektaş olduğumuzu söyledim.

Yemeğimi bitirip üst kata çıktım. Oda çok soğuktu. Defterime notlarımı yazıp, şarj cihazlarımı en az 30 senelik prizlere taktım. Odada yaylı ve en az 30 yıllık yataklar vardı. En iyi yatakta yatmak için yatakları kontrol ettim. Yatakların tümü kötü durumdaydı. En iyi durumda olanı seçip, yatağa uzandım.  Üstüme yorganı çekip uyudum.

Bugün pedalladığım yola ait harita.





Pedallayarak Gürcistan Macerası devam ediyor.




Dünkü yol maceramı okumak için                         Sonraki Günkü Maceramı okumak için



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder