Google+ Pedallayarak Gürcistan 3.Gün (31.07.2014) - Seyyah-ı Sohbet

31 Temmuz 2014

Pedallayarak Gürcistan 3.Gün (31.07.2014)

   Dün gece saat 3 sularında uyumuştum. Bu sabah 09:00 gibi uyandım. Çadırda uyumak ayrı bir güzel. Gayet kaliteli uyudum. Sabah dinç olarak kalktım. Uyku tulumunun içinde bir sağa bir sola döndüm. Akıllı telefonu kontrol ettim. Bir kaç mesaja cevap yazdım. Çadırdan çıkış anımın telefonla video kayıtını yaptım.



Videoyu tamamladıktan sonra Zura'nın atını eyerlediğini gördüm. Zura o kadar içkiden sonra bu saatte ayaktaydı. Hayretler içindeydim. Demek ki alkol bunlara tesir etmiyor artık.

Çevrenin fotoğraflarını çekmeye başladım.

Konakladığım yer Kharagauli .national park'ın Atskuri tarafındaki giriş kısmı. Asıl manzara daha ilerde ormanın içinde. Daha sonraki yıllarda gelirsem bir gün dahi olsa burada yürümek isterim.


Kiralanan at ve yavrusu kulubenin yanında güne hazır.

   Korucu kulübesine kahvaltı için giriyorum. Lenka ve stanislav uyanmış ve kahvaltı yapıyorlar. Dün gecenin kritiğini yapıyoruz. İnanılmaz insanlar diyorlar. Bugünkü rotalarını nasıl yürüyeceklerini düşünüyorlar.
   Sabah kahvaltım. Ketçap şişesine dolduğum tahinden lenka ve stanislav'a da tattırıyorum. Çok beğeniyorlar. Ekmek arasına bolca doldurup yiyorlar.

   Uyku tulumunu ve diğer malzemeleri toplayıp çantalara yerleştirdim. Çadırı topladım. Malzemeleri toplayıp bisiklete yüklemem ve yola hazır hale gelmem bir saati buluyor. Tabii ortam harika olunca sallana sallana yapıyorum.
Çıkıştaki tabelanın fotoğrafını çekiyorum. Lenka ve Stanislav çantalarını hazırlamışlar ve yürüyüş için kapıda gözüktüler. Vedalaştık. Onlar yürüyüş için ormana doğru yol aldılar.

   Parktan ayrılmak üzereyken aşağıdan birilerinin seslenerek geldiğini gördüm. Tiflis'de yaşıyorlarmış. Oğlu üniversite eğitimi nedeniyle Ankara'da yarım dönem eğitim görmüş. Türkiye'yi çok beğeniyorlarmış. Sözü fazla uzatmadan uzaklaştım.

   Park girişinde bulunan haritalar.


Parkın kapısına doğru yöneliyorum.

Kiliti korumak amacıyla yapılan halka ilgimi çekiyor ve fotoğraflıyorum.

Parkı anayola bağlayan yol, bozuk olmasına karşın bisikletle süratli bir şekilde ana yola iniyorum.

Anayola çıktıktan sonra bir video kayıtı yapıyorum.


Beş km kadar sonra bir kale kalıntısı görüyorum.

Kale kalıntısının yanında ufak bir sırtta yol daralıyor. Ufak bir geçit gibi olan bu yerde bir de anıt görüyorum.

  Her yerde bolca inek var.

Kvabiskebi köyüne giriyorum. Köprüden atlayarak yüzenler dikkatimi çekiyor. Bisikletle yaklaşıp yüzenleri seyrediyorum.Suyun bir çocuğu sürüklediğini görüyorum. Suya atlayıp çocuğu kurtarmayı düşünüyorum. Bisikletten inip suya doğru yaklaşırken bir kadının hızla çocuğa doğru yüzdüğünü görüyorum. Suya atlamaktan vazgeçiyorum. Bisiklete dönüp video çekmek için telefonumu alıyorum. Başlıyorum video çekmeye. Arada çocuklarda gösteri yapmaya başlıyorlar. Yüzenleri seyrederken aklıma anaç ördeğin yavrularını suya alıştırma evresi geliyor. Sizce de benzerlik yok mu?








   Böyle bir yerde yüzüyorlar. Doğayla içiçe denen cinsden. Yolu görmeyin siz. :)

Kvabiskhevi köyündeki Guesthouse tabelası.

  Biraz ilerleyince geride kalan köprünün arkasında kalan yapının regülatör olduğunu ve bu kanala su verdiğini anlıyorum. Bu yapı da bir elektrik santrali olabilir mi? diye düşünüyorum ama yapılardan herhangi birinden enerji çıkışı göremiyorum. Bu yapının sol tarafından çıkan suyun tekrar nehre döküldüğünü görüyorum. Buranın bir santral olmadığına kanaat getiriyorum ama ne olduğunu anlayamıyorum. Devam ediyorum.

   Bir de yol manzarası alıyorum.

Chitakhevi köyüne 2 km kala yol üstünde bir lokanta görüyorum. Acaba şurada oturup bir çay içsemmi diye düşünüyorum. Pek beğenmiyorum. Devam ediyorum. Zincirin yağsızlıktan ses çıkarmaya başladığı bir kaç km olmuştu. Bisikletimin zinciri için yanıma yağ almayı unutmuştum. Biraz ilerleyince bir oto tamircisi görüyorum. Yağ istiyorum. Kovayla yanmış motor yağı veriyorlar. Bulduğuma dua edip, yerden bulduğum bir çubuk yardımı ile zincire sürtüyorum.

   İçeri çağırıyorlar. Fotoğraf makinam hazır. Tamirci toyota minibüsün motorunu değiştirmek istiyormuş. Onun için motor arıyormuş. Araba fiyatları üzerine konuştuk. Arabamın opel combo olduğunu söylüyorum. Motoru kaç litre diyor, yazıyorum. 1,25 Lt motora inanamıyor ve gülüyor. Kendi arabaları 2,5 Lt ve üzeri.
   Petrol kaynaklarına sahip olmayan ve geldiğim yol boyunca herhangi bir fabrika görmediğim bir ülkenin böylesi bir harcama lüksü beni sersemletiyor. Böyle bir ekonomi nasıl dönüyor.

Yemeğe buyur ediyorlar.Tam da yemek vakti. Kısmetim açık. Dalıyorum salataya. :) Sosisleri işaret etse de bulaşmıyorum. Yuvarlak tabaktaki de acılı bir sosmuş.

  Adamlarla el kol hareketi ile anlaşıyor gibiyiz. Bu onlara yetmiyor olacak ki bir bayanı tercüman olarak arabayla getiriyorlar. İçlerinden biri bir ara kayboldu, demek ki bayanı getirmeye gitmiş.

   Gelen bayanla tanışıyoruz. İsmi Natia. Eskiden avukatmış ve Trabzon büyükelçiliğinde çalışmış. Şimdilerde lokanta işletiyormuş.Ben gitmeye hazırlanırken,
-Nereye gidiyorsun? diyor.
-Yola devam. diyorum.
-Gel benim lokantada sana bir saç kavurma yapayım.
-Lokantandaki saç kavurma bize uyar mı? İnek eti mi?
-Tabii ki inek eti.Hadi leyn uzatma, gel hadi diyor. :)
   Türkiye'nin dilini öğrenmekle kalmamış. Jargonu da öğrenmiş.
-Oooo maşallah sen bayağı iyi konuşuyorsun.
-Tabii lan ne zannettin. Bizi takip et diyor. Arabaya biniyor. Bende arkalarında 50 metre gerideki lokantaya gidiyoruz. Az önce beğenmediğim yerdeyim. :)
  İçeride dört kişi ile iş konuşuyor. 10 dk kadar konuştuktan sonra görüşme bitiyor. İçerdekilerin kendi aralarında konuşmaları Türkçe ve Ahlat ağzına benziyor. Dayanamıyor ve soruyorum.
-Bitlisli misiniz?
-Evet
-Şimdi Ahlatlı olduğunuzu söylersiniz.
-Evet
-Ben de Ahlatlıyım diyorum.
  Tanışıyoruz ve hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.

   Saç kavurma yapıyorlar.Biraz acı ama fena değil. Çalışan bayanla gürcistan hakkında sohbet ediyoruz. Natia dayanamıyor. Bisiklete en son küçükken bindim. Bir daha binmek istiyorum. Fotoğrafımı çek ve benim telefonuma bluetooth ile gönder diyor. Neden olmasın.

Yemekten sonra da bir Türk kahvesi içiyorum.

İşletmenin dere kenarında kurulan ve tuvalet taşı olarak iki adet tahta kullanılan tuvaleti.

   Natia, benim telefonumu yaz diyor. Bir yerde tercümana sıkışırsan beni ara. Telefonla bana söylersin bende karşıdakine anlatırım diyor. Güzel fikir diyorum. Natia ve çalışanı ile vedalaşıp ayrılıyorum. Lokanta'dan ayrılırken Natia arkamdan bağırıyor. Kimsenin evine gitme! Bu söz kulağıma küpe olacak cinsden.
   Yeniden tamirhanenin önünden geçerken tamircinin uyuduğunu gördüm. Sızmış mı acaba?

Chitakhevi köyüne giriyorum. Şalt sahasını ve yanındaki yapıyı görünce taşlar yerine oturuyor. Demek ki az önce gördüğüm yapı, bu santralin su alma ağzıymış. Yaklaşık üç km tünelle dağın altından suyu buraya getiriyorlarmış. Bakkalın önündeki adama el kol hareketi ile santrale girebilir miyim? diyorum. Adam hayır diyor.


Santralin çıkış suyu

Ardahan'da başlayan Kura Nehrinin adı şimdi Mtkvari. Nehrin karşı tarafında rafting botları müşteri bekliyor.

Dört km kadar sonra karşıma bu asma köprü çıkıyor.

Bir yol manzarası daha, gördüğünüz gibi emniyet şeridi yok. ,beyaz çizgi üzerinde ilerliyorum. Arkadan gelen arabalar beni geçerken diğer şeridi kullanıyorlar.

Borjomi'ye yaklaşıyorum. Böyle bir coğrafyada bu kadar yüksek yapı dikkatimi çekiyor.

Nehirde yüzüp sonrasında evlerine koşarak giden gençler.

Komünizm döneminden kalma bir yapının giriş kapısı

  Büyük bir otel olduğuna dair tabela ve giriş kısmı. Bu satırları google earth'dan destek alarak yazarken, farkettim ki bu otelin az gerisinde Romanov'ların sarayı varmış. Kaçırmışım. Bir daha gittiğimde, ziyarete açıksa ziyaret etmek isterim.

  Biraz sert bir poz olmuş. Bu arada fotoğrafları, monopoda yerleştirilmiş akıllı telefonumla ses komutlarıyla çekiyorum. Trafik gürültüsünden olacak ki ses komutunu almıyordu. Canım sıkılmış demek ki böyle bir poz ortaya çıkmış. :)
   Yol üstünde Borjomi Kharagauli ulusal parkı yöneticiliği binasını görüyorum. Ne alıp, ne satıyorlar cinsinden meraklanıyorum. Acaba nasıl bir yönetim anlayışı var? Meraklarım artınca, yönümü binaya doğru çeviriyorum.

   Bina girişinde Eleni  beni karşılıyor ve bina içindeki büroya götürüyor. İsminden Eleni'nin yunan olma ihtimalini düşünüyorum. Grek misin? diyorum. Evet diyor. Fazla kurcalamıyorum. Uygun bir zamanda bu konuyu birilerinden öğrenirim diye düşünüyorum.

   Büroda başka turistler var. Memur onlarla ilgilendiği için dışarıda bekliyorum. Bekleme anında koridordaki haritaların fotoğrafını çekiyorum.

  Binanın içinin böyle olduğu aklımdan geçmezdi. Gayet temiz ve çağdaş bir bina.

  Büro boşalıyor ve odaya giriyorum. Görevli memur parkı anlatıyor. Çadır alan ücretinin 5 Lari olduğunu söylüyor. Haritada çadır alanının yerini işaretliyor. Bir form doldurarak beni üst kata gönderiyor. Ayrıca ulusal park kurallarını veriyor. Buraya elinizi kolunuzu sallayarak gelerek uyku tulumu ve çadır kiralayabiliyorsunuz. Güzel bir uygulama. Fiyatlar 5-10 Lari civarında.
 
  Üst katta bayan memur yine formları dolduruyor. 5 Lari kamp ücretini de veriyorum. Aşağıdaki forma adımı Gürcüce yazıyor. Hoşuma gittiğini görünce, boş bir kağıda adımı yazıp bana veriyor.

   Yazar kasa fişi dahi var. 



 Bina girişindeki tabelalar...


Gördüğünüz gibi Alman nüfuzu her yerde.

İlginç bir fikir olduğundan fotoğrafını çekiyorum.

   İdari binadan ayrılıp, Ulusal parka doğru yola çıkıyorum. Yolda evlendirme dairesi olduğunu düşündüğüm yapıda düğün var.

   Görevli memurun gösterdiği yeri telefonumdaki osmand'da işaretliyorum.Likani yol ayrımına gelince bakkalda duruyor, ekmek ve sebze alıyorum. Peynir(khveli) diyorum. Bayan cheese diyor. Bayan ingilizce konuşabiliyormuş. Müşteri olan bayan, buzdolabından aldığı paket içinde isli ve ince örgülü bir peynir uzatıyor. Bu çok iyi işareti yapıyor. Peyniri de alıp oradan uzaklaşıyorum.
  Likani biterken orman sınırında bu tür lüks villaları görüyorum.

At kiralamak için bekleyen gençle biraz sohbet ediyoruz. At kirası 60 lari imiş.


Gençle sohbet ederken yanımızda ukrayna plakalı bir araç duruyor. Beni tebrik ediyorlar. Yalnız mısın diyorlar. Evet diyorum. O zaman daha çok övgüyü hak ediyorsun diyorlar. Odessa'dan geliyorlarmış. Arkadan bir araç gelip kornaya basıyor. Aceleden bir fotoğraf çekiyorum. Araçlarına binip yollarına devam etmek zorunda kalıyorlar.Yola devam ediyorum.

   Yolda bir grupla karşılaşıyorum. Elbiseleri dikkatimi çekiyor. Öndeki genç, ingilizce nereden geldiğimi soruyor. Türkiye deyince Türkçe konuşmaya başlıyor. At üstündeki siyah elbiselinin neden öyle giyindiğini soruyorum. Sizde var hoca, bizde de bunlar diyor. İsimleri ne diyorum. Mamao diyorlarmış. Bir fotoğraflarını çekiyorum.

  Yürüyüş yapan genç bir grup yaklaşıyor. Selamlaşıyoruz, bir kaç dakika sonra ayakkabısının altı çıkmış bir bayan görüyorum. Karşılıklı gülmeye başlıyoruz. Fotoğrafını çekebilir miyim? diyorum. Kabul ediyor. Güzel bir anı olduğunu ve e-posta adresine göndermek için not defterime e-posta adresini yazmasını rica ediyorum. mail.ru alan adını kullandığını görünce Rus musunuz? diyorum. Hayır, gürcüyüm ve batum'da oturuyorum. Anlaşılan Rus etkisi yüksek diye düşünüyorum.

   Ulusal park girişine geliyorum.


Milli parkın içindeki yol dereye paralel uzanan doğal bir yol. Kimi zaman derenin içinden geçerek devam ediyorum.

Orman gayet iyi korunmuş. Bunda köylere dahi getirilen doğalgazın büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Rusların zamanında buralardaki köylere kadar doğalgaz getirmesinin, bir sömürü taktiği olabileceğini de düşünmüyor değilim. Son zamanlarda Avrupa'yı kucağında sağa sola oynatanlar bugünlerin hesabını yapmış olmalılar.Bilmem artık.

Likani'den ayrıldıktan sonra 2 km asfaltta ilerledim. Memur 2 km de bozuk yolda ilerleyeceğimi söylemişti.

  Kamp yerine varıyorum. Kamp yerinde iki alman ateş başında oturuyorlar.Selamlaşıyoruz.

Çadır alanı yanında akan derede temizleniyorum. Akşam yemeğinde melemen yapmayı düşünüyorum. Hemen benzin ocağını kuruyorum.Yakmaya çalışıyorum. Ama benzin miktarı az olduğu için uzun süreli yanmayıp hemen sönüyor. Benzin ocağının harlamasından Almanlar korkuyor. Bu nedir? diye soruyorlar. Benzin ocağı diyorum. Ocağı kullanmaktan vazgeçip sebzeleri çiğ yiyorum. Aldığım ekmeği poşetten çıkarıp böldüğümde içinde birşeylerin olduğunu görüyorum. Meğerse üzümlü ekmekmiş. Taze üzümleri direk içine atmış olmalılar ki üzümün suyu da hamura renk vermiş. Bakkalda ki bayan müşterinin tavsiye ettiği peynirin tadına bakıyorum. Çok kötü, zaten oldum olası örgü peynir denilen eritilerek peynirden çıkmış cisimleri sevmem. Para verdik, bari yiyelim diyorum. Sonuçta her şey enerji için ve şu an normalin çok üstünde enerji harcıyorum. Tahin kurtarıcım oluyor. Tahin ve üzümlü ekmek çok iyi gidiyor.
  Hava fazla kararmadan videomu çekiyorum.


   Videodan sonra, tekrar masaya oturup yemeye devam ediyorum. Siyah saçlı alman yanıma geliyor. Tahini tatmasını tavsiye ediyorum. Ekmeğe döküp yiyor. Sohbet başlıyor. Dağda yürümek için 3 günlüğüne buraya gelmişler. Zaten ufak bir sırt çantaları var. Tiyatrocularmış.
-Sizin başbakan diktatör diyor. (yüzünde onuru kırılmış ve büyük kin hissi gördüm)
-Neden?
-Gezi parkında insanlara sert davrandı.
-İlk gösteriler çevre içindi. Ama sonra gösteriler, terörist harekata dönüştü. Göstericiler çeşitli devlet binalarına saldırıp, devleti ele geçirmeye çalıştılar. Sizce bu terörizm değil mi? Sonuçta halkın oyuyla gelmiş bir yönetimi devirmeye çalıştılar.
-Sen başbakanı seviyor musun?
-Tabii ki. Müslümanları uyandırdı.
Bu lafımdan sonra sadece peki dedi ve arkasını döndü. Muhabbet bitti.

   Yemeğimi yedim. Bu sefer sarı saçlı yanıma geldi. Onunla da biraz sohbet ettik. Bu diğeri gibi düşmanlık taslamadı.
   Biraz sonra yanıma kahverengi çadırın sahibi geldi. Kız arkadaşının midesi kötüymüş. Benden bir bardak istedi. Yanımda elektrolit tozu olduğunu söylüyorum ve bardakla birlikte veriyorum. Biraz sonra bardağı geri getiriyor.Başlıyoruz sohbete.
   Adı  masis ve litvanya'da yaşıyormuş. Master eğitimini tamamlamış ve kız arkadaşı ile geziye çıkmış.
-Evlenecek misiniz?
-Büyük ihtimal.
-Nereden geliyor, nereye gidiyorsunuz,ne zaman geldiniz?
-8 gündür buralardaymışlar. Tbilisi'den başlamışlar. Otostopla Kutaisi'den lentekhi'ye geçmişler. İki günde 70 km yürüyerek Ushguli'ye ve iki günde mestia'ya yürümüşler. Daha sonra otostopla batum'a ve devamında yine otostopla Akhaltsikhe'ye ve şimdi de buradalar.
-Oh ne güzel otostop. Bedava seyahat diyorum.
-Kız arkadaşını gösteriyor. O yanımda olduğu için alıyorlar.
  Sohbetimiz yarım saat kadar sürüyor. Tahini çok beğeniyor. Bir kaç kez ekmek arasına döküp yiyor.
   Hava iyice kararıyor. Bisikletimi çadırın  bagaj kısmına doğru yatırıyor ve çadırın köşelerinden bağlıyorum. Ayrıca bisikleti kilitliyorum. Uyku tulumuna girip yatıyorum.

Pedallayarak Gürcistan macerası devam ediyor.


Önceki günkü yazım için buraya                                 Sonraki günkü yazım için buraya tıklayabilirsiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder