Google+ Pedallayarak Gürcistan 11. Gün Kutaisi - Tsqaltubo - Tskhunkuri (08.08.2014) - Seyyah-ı Sohbet

8 Ağustos 2014

Pedallayarak Gürcistan 11. Gün Kutaisi - Tsqaltubo - Tskhunkuri (08.08.2014)


   Dün gece geç saatlerde David ve Tamaz yine gürültü yaptılar. Bölünen uykuma kaldığım yerden devam edip, saat 7:30 gibi uyanıp çantalarımı topluyorum. Çantalarımı bisikletimin yanına bırakıp salona dönüyorum. David ve Tamaz'da kahvaltıya indiler. Onlarla sohbete başladım. Bu arada Lucy kahvaltıyı hazırlıyor ve bugün yan komşusu ona yardım ediyor. Kahvaltı hazır olunca masaya oturuyorum. 

David ve Tamaz beni masalarına davet ettiler ve hatta bolca ısrar ettiler. Ben ise masalarına oturmamaktan yanayım. Çünkü; masalarına oturduğumda şarap içmem için baskı yapacaklarını biliyorum.
 Kahvaltıma devam ederken Tamaz(solumdaki) elinde şarap dolu bardakla yanıma geldi. İçmem konusunda ısrar etti. David(sağımdaki) ingilizce bildiği için ona içmek istemediğimi söyledim. Tamaz'ın kolundan tutarak masasına oturttu.  Bana bakarak "Oooo Gaumarcos" diyerek kadehlerini havaya kaldırdılar. Anlamı nedir diye sordum. Yaşasın demek olduğunu söylediler. Gamarjobar'ı zaten herkese söylüyordum.
  David ve Tamaz Energo-Pro adındaki şirkette test specialist'i olarak çalışıyorlarmış. 

-Seyyah : Sizlerle aynı sektördeyim. Yüksek gerilim çok tehlikeli. Siz sabah sabah 1 lt şarap içtiniz ve işe gideceksiniz. Tehlikeli değil mi? Müdürünüz size sorun çıkarmaz mı?
-Lucy : Ooooo Georgian mennn. No problem. All time drink. İncredible mennn. dedi ve gülerek mutfağa gitti.
-David : No problem. We are Georgian man.
David çok harika konuşuyor. Ses tonlamaları ve mimikleri çok çok harika. David'e çok harika konuşuyorsun dedim. Teşekkür etti. 
Tamaz, şarap içmem konusunda tekrar ısrar etmeye başladı. Elime şarap şişesini verip fotoğraf çekilelim dediler. Artık kurtuluşum yoktu. Monopodu kullanarak fotoğraf çekildik.

Kahvaltımı yapıp çayımı alarak bahçeye çıktım. Polonyalı aile de yeni uyanmışlar ve bahçede sohbete başladık. 
  Bana İngilizce'yi nereden öğrendin? diye sordular. Okulda çok kötü bir İngilizce eğitimi veriliyor, bilgisayar başında kendi kendime çalışarak öğrendim. Ayrıca işyerimde bilgisayarlar İngilizce deyince, biz dün seni aylak, boş gezen biri olduğunu zannettik. Büyük bir hidroelektrik santralinde teknisyen olarak çalıştığımı ve şu an yıllık izinde olduğumu söyleyince merakları yüzlerine yansıdı.
-Peki neden bisikletle geziyorsun. Neden deniz kenarına gidip güneşlenmek varken buralarda zorlanarak bisiklete biniyorsun.
   Bisiklet yavaş gittiği için yoldaki herkese selam veriyorum. Kısa da olsa herkesle sohbet edebiliyorum. Ayrıca yakınımızdaki bir ülkeyi tanımak ve o ülkede bize ait bir şeyleri bulmak için daha iyi bir yol olamaz. Araba ile gezerken, camları kapatıp, klimayı açıp 100 km hızla gidiyorsunuz. Yoldaki kokuları alamıyor, ağaçları inceleyemiyor,doğanın güzelliğini göremiyorsunuz. Ama bisikletle giderken herkese selam veriyorum. Gün boyu belki 100 kez Gamarjobar diyorum. Bu beni mutlu ediyor.
   Dünkü bahsettikleri yere uğramam konusunda ısrar ederek sakın unutma dediler. Gidip bulacağım diyorum.

Bisikletime çantaları yükleyip, yola hazır hale gelince Lucy'ye gideceğimi söylüyorum. Bana sen çok iyi bir insansın seni tekrar bekliyorum dedi. Ben de Lucy'nin iyi bir insan olduğunu söyledim. Gerçekten iyi kalpli bir insandı.  Lucy'nin komşusu bayan benimle fotoğraf çektirmek istiyormuş. Tabii ki dedim. Lucy bizi fotoğrafladı. Bende Lucy'yi yanıma çağırarak Birlikte bu fotoğrafı çektim.
Fotoğrafı facebook sayfama yükleyerek "Ya Allah" diyerek yola çıktım.

Yine şehir merkezinden geçerek, şehri terketmeden önce lastik tamircisinde arka lastiğe 65 psi hava bastım. Tsqaltubo'ya doğru yola koyuldum.
Şehri terk ettikten sonra çınar ağaçları ile çevrili yolda pedallıyorum. Hiç acelem yok. Manzara harika.


  Tsqaltubo şehrinin girişine yaklaştığımda Prometheus mağarasının tabelasını görüyorum. Mağarayı haritada görmüştüm. Daha ileride bir yol ayrımı olduğunu da biliyorum. Devam ederek Polonyalı ailenin bahsettiği yeri bulmaya çalıştım.

  Terk edilmiş çok büyük bir otel görüyorum. Demek ki sovyetler zamanında buralar çok kalabalık tatil bölgesiymiş diye düşünüyorum.

Yolun sağ tarafında lüks girişe sahip büyük bir tesis görüyorum. Geziden sonra internette yaptığım araştırmada Gürcüce adı  "ს.ს. ”ბალნეოსერვისის” მე-6 აბაზანა" Çeviri de ise Joseph Stalin Chughashvili banyosu gibi bir şey çıkıyor.

   Bahçesinden geçip, binanın girişine geldiğimde; Hoşgeldin diyerek karşılanıyorum. Meğerse buradaki radon termal suyuna  Azerbaycan'dan Azeriler sağlık bulmaya geliyormuş.
- Abe sen tek misen?
- Evet yalnızım.
- Peki. Kork mirmisan?
- Yok. Korkmam için bir sebep yok.
-Peki akşamları harada galirsan?
- Genelde otellerde kalıyorum. Güvenli çadır kurma yeri bulursam, çadır kuruyorum. Telefondaki gps kayıtlarımdan nerede olduğumu arkadaşlarım takip ediyor. Onun için sorun yok.
- Abe akşam karanlık çökmeden yol almayı bırak. Otele gir.
-Evet zaten öyle yapıyorum.

Güvenlikçi ile aramda çevirmenlik yapıyorlar. Yakınlarda çok lüks bir harabe varmış. Güvenlikçinin haberi var mı? diye sormalarını istedim. Güvenlikçinin haberi yokmuş, Stalin'in yazlık evi vs. deyince bir evi haritada işaretledi ama, işaretlediği ev küçücük bir ev olduğu için ihtimal vermedim.
   İçeri girip gezmek istediğimi söylüyorum. Güvenlikçi beni gezdiriyor.

  Sadece salon kısmını gezmeme izin veriyor. Uzaktan gördüğüm kadarı ile içeride büyük bir havuz vardı.

Salonun ortasında duran vazo, etkileyici güzellikteydi.

Yakında bulunan Tsqaltubo Spa Resort Hotel'in reklamı

Azerbaycan'dan buraya yolcu taşımacılığı yapıldığını gösteren ilan.

   Stalin sovyet halkıyla.

Azeri çocuklar, etrafında dönüp duruyorlardı. Alpaslan bizi de çek sonra sayfanda yayınla dediler. Sizin orada, büyüklere abi demiyorlar mı? dedim. Yok cevabını aldım.

 Dışarı çıktığımda Ankara'da üniversite okuyan bir gençle sohbet ettik. Bakü'de yaşıyormuş. Üniversite ücretini ailesi ödüyormuş. Ekonomik olarak zorlanmıyor musun? dedim. Bizim paramız sizin paranızdan 3,5 kat daha fazla onun için pek zorlanmıyorum dedi.
   Buraya neden geliyorsunuz? Bu suyun özelliği nedir? gibi sorularımı cevaplayan Azeri abinin anlatımını video kaydı yaptım.


Azeri dostlarla vedalaşıyorum. Bisikletime binip devam ediyorum.
Yolun sağ tarafında büyük bir park eşliğinde yol almaya devam ediyorum.

 Şehrin içinde büyük bir yol kavşağına geliyorum. Kavşakta bir kaç taksiciden başka kimse yok. Park içindeki kafeteryadan güzel bir müzik sesi geliyor.

Kavşakta çevresel bir video çekiyorum.


Benim gibi sizde bu müziği beğendiyseniz bu linki kullanarak youtube'dan dinleyebilirsiniz. Şarkının adı "chven axla erturts" imiş.

Sataplia alışveriş merkezi yanından çok geniş bir yola geçip Tsageri yönüne doğru pedal çevirmeye başlıyorum. 100 metre kadar ilerde küçük bir meydanda, ağaçların arasına gizlenmiş bu eski yapıyı görüyorum. Acaba bana bahsedilen harabe bina bu olabilir mi? diye içimden geçirirken, şansımı denemeye karar veriyorum. Eski yapıya doğru yol almaya başlıyorum.

  Sonraki fotoğraflarda göreceğiniz üzere çok büyük bir sanatoryum imiş. Görevli polis burası için otel diyordu ama çektiğim fotoğraflardaki ipuçlarından yola çıkarak yaptığım araştırmada, buranın Sovyet döneminde kömür bakanlığına bağlı sanatoryum olduğunu öğrendim. 1947 yılında inşa edilen bina 1993 yılında terk edilmiş.  Giriş kısmında iki tane polis nöbet tutuyor. Bir sigara uzatıyorum, hemen sohbet geliyor. Duvarda duran anahtarı alıyor ve beni takip et işareti yapıyor.

Üst kata çıkıp sağ kısıma geçiyoruz. Koridorlardan geçerken oda kapılarına bakıyorum. Kapılar ve döşemede kullanılan ahşap malzeme çok yüksek kalitede. Duvar sıvaları, elektrik tesisatı, sıhhi su tesisatı sökülmüş.  Bazı kısımlardaki tavan süslemeleri hala sapasağlam. O zamanın ihtişamını hala yansıtıyor.





Binanın sonuna geldiğimizde kilitli kapıyı anahtarla açıyor ve bu odaya giriyoruz.

Tavan süslemelerini görünce çok heyecanlanıyorum. Polonya'lı ailenin anlattığı yerin burası olduğuna emin oluyorum.


Diğer kilitli kapıyı açıyor. "Komünist dans" diyor. Buranın konser salonu olduğunu anlıyorum. Tavan süslemeleri bu kadar ihtişamlı ise acaba faal olduğu yıllardaki döşemeleri nasıldı?


   Bu yaşlı kuyruklu piyanoya dokunmak ayrı bir zevkti. Arızalı olduğunu düşünerek tuşlarına bastım. Evet çalışıyordu. Her tuşa basışta harika tınılar ortaya çıkıyordu.


  Şimdi ben bu piyanoyu çalmaz mıyım? Hayatımda ilk defa piyano çalma şerefine burada nail oldum.





Konser odasında fotoğraf çekmeyi tamamladıktan sonra, beni takip et işareti ile otelin içinde yürümeye devam ediyoruz. Otelin genişliği 200 metre civarında ve 4 katlı. Otelin diğer köşesine gelince en üst kata çıkıp oradan da seyir kulesine çıkıyoruz.

Manzara müthiş.Telefonumu elimden alıp fotoğrafını çekeyim diyor. Bahçedeki dans pistini ve havuzu gösteriyor. komünist deyip dans işareti yapıyor.

   Bu manzaranın video çekimini de yapıyorum.


Ayrılmak için alt kata iniyorum. Polislerin kışlık odası zannettiğim yerin fotoğrafını çekiyorum. Bu sobaları Gürcistan'da bir çok yerde gördüm. Gövde et kalınlığı bayağı fazla. Ön tarafından kapağı açılan bir de fırına sahip. Hal  böyle olunca kışın tadını en üst düzeyde çıkarabilirsiniz.

  1950'lerden kalma bir buzdolabı kullanıyorlardı.

Eski Gürcü kraliçesi Tamar mepe olsa gerek diye düşünüyorum.

 Polislerle vedalaşıp, sanatoryumu bir de önden fotoğraflıyorum. İhtişam karşısında insan küçük dilini yutuyor.

  Şehrin merkezi olan İmereti Square'a geldiğim de bir hırdavatçı görüyorum. Zorlanan zincier için Zeti (makina yağı) soruyorum. Oradan biri geliyor ve Türkçe konuşuyor. Türkiye'ye çalışmaya gelmiş. Yanındakiler bisiklet fiyatını soruyor. O da aracılık yapıyor onlara. Hırdavat dükkanının sahibi aynı zamanda bakkalın sahibi bayanın bakkal dükkanına giriyorum. Bakkalda birkaç bayan ve erkek var. Bakkaldan ekmek ve bir küçük kek alıyorum. Fazla yemeden tekrar yola koyuluyorum. Bisikletle rampa çıkmakta çok zorlanıyorum. Her nedense bisiklet rampada gitmiyor. Tüm döner aksam yeni olduğundan zorlanmamın sebebini zincire bağlıyorum.

Şehri terketmek üzereyken sokakta yol kenarında motor tamir edenlerle karşılaşıyorum. İzin alarak fotoğraflıyorum.

  Karşıdan iki bisikletli geliyor. Nereli olduklarını soruyorum. Çekingen bir tavırla Rus olduklarını Moskova'dan geldiklerini söylüyorlar. Bisikletlerinde fazla çanta olmadığını görüyorum. Neden çantalarınız ve kamp malzemeleriniz yok diyorum. Geceleri guest house'larda kalıyoruz cevabını alıyorum. Ben de bu gezim boyunca gereksiz şekilde çadır ve uyku tulumumu taşıdım diye düşünüyorum. İleride Prometheus mağarası var. Sizce gezmeye değer mi?diyorum. Evet mutlaka git. Harika ışıklandırma yapılmış diyerek bir kaç fotoğraf gösteriyorlar. Bye diyerek ayrılıyoruz.

   Asfat kalitesi güzel, hava sıcaklığı tam kıvamında ve karşıdan hafiften bir rüzgar esiyor. Her taraf yeşille boyanmış ve yol boyunca aralıklı evler var. Artık kafkas dağları başladı.
 
   Bir ara evin birinin önünden geçerken bir genç kızın bahçede bana baktığını gördüm. Elimi havaya kaldırarak selam verdim. Bana doğru geldiğini görünce bahçe giriş kapısında durdum.
İngilizce konuşmaya daha yeni başlamıştık ki;
 Evden bir bayan genç kıza Gürcüce seslendi. Kız Turist diye cevapladı. Evdeki bayan tekrar bir soru sordu. Genç kız Rumi dedi.
-Seyyah : Benim için neden Rumi dediniz?
-G.K : Bize göre Anadolu'da yaşayanlar Rumi.
-Seyyah : Ama Anadolu'yu Türkler 1100'lü yıllarda fethetti.
-G.K : Biliyorum. Bizim yaşlılar, oradaki halka Rumi diyor.

Daha fazla sormak istiyordum ama pek fazla misafirperverlik ve sıcakkanlılık görmediğim gibi fotoğraf çekmeme de izin vermedi. Yoluma devam ettim.


  Yol üstündeki eski bir büfe.

Lentekhi'ye 78 km kalmış. Rus bisikletlilerle konuşmadan önce niyetim bu gece Lentekhi'de konaklamaktı.


Prometheus mağarası tabelası gözüküyor 50 metre ilerde yol sapağı tabelasının fotoğrafını çekiyorum. Prometheus mağarasına gitmeye karar veriyorum. Prometheus mağarasına zaman ayıracağım için, bu akşam Lentekhi'ye yetişmem mümkün gözükmüyor.

Prometheus mağarasına yaptığım geziye ait yazımı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.

  Prometheus mağarası gezisi damağımda kaldı. Tekrardan yollara düştüm. Bakalım bu akşam nerede konaklayacağım.

Benimle birlikte prometheus mağarası gezisine katılanların, araçlarıyla yollara çıkması ile yolda kısa süreli bir hareketlenme oldu.


  Annesiyle beraber yoldan geçen çocukla selamlaştık.

Rampayı tırmanmaya başladım ama etrafta ormanın başlamasıyla nem miktarı da yukarılara çıkmaya başladı. Olduğum yerde alnımdan sular damlamaya başladı. Rampann bitmesine az kala, sağda böğürtlenleri gördüm. Oturup yemeye başladım.
   Biraz sonra bir motorlu geçti. Elimi kaldırarak selam verdim. Az ileri gidip geri döndü. Yaklaştı ve,
-Motorcu : Sorun mu var?
-Seyyah : Sorun yok. Böğürtlenler harika. Yemek ister misin?
-Tabii. diyerek yanıma geldi. Tanışma faslından sonra sabah Doğubayazıd'da uyanmış, kazbegi'ye gidip sonra rotasını ushguli, Mestia'ya doğru çevirmiş. Çok hızlısın, bana göre değil. Ben çok eskiden beri geziyorum diyor. Peki motorunda sorun olduğunda tamir edebiliyor musun? Evet ben mühendisim. Tüm aksamını tamir edebiliyorum.


Ben 20 yıl önce Türkiye'ye gelmiştim. Bu sefer Türkiye'yi tanıyamadım. Yollar harika olmuş. Çok büyük değişim geçirmişsiniz. Sanki bir roket gibi yükselmişsiniz. dedi. Evet, ben farkındayım. Benim arkadaşım buna inanmıyor. Bu söylediklerinizi videoya kayıt etmek istiyorum. Tabii diyerek kabul etti.


  Fransız motorlu, motorundaki metal çantalarından yüksek kaliteli fotoğraf makinesini çıkarıp monopoduna taktı ve birlikte bir fotoğrafımızı çekti. Vedalaşarak ayrıldık.

  Ben hala böğürtlen yemeye devam ediyorken, Lentekhi tarafından bu bisikletli geldi. İspanyolmuş, bana neden ters rotadan geldiğimi sordu. Gürcistan'ın diğer şehirlerini gezdiğimi ve rotamın bu yoldan Mestia'ya gitmeye uygun olduğunu söyledim. Bu taraftan daha uzun süreceğini söyledi. Benim için zaman önemli değil dedim. Amacımın daha çok insanlarla sohbet etmek olduğunu, yolda karşılaştığım insanlarla herhangi bir konuda sohbet ettiğimi, bunları da blogumda yazdığımı söyledim. Başladı kendini övmeye. Kendisi 36 yaşında olmasına karşın 22 yaşında sevgilisi olduğunu ve çok şanslı bir insan olduğundan devam etti. Basit deyimle 3 dakikada 5.000 kelime etti. Tam kabak tadı vermeye başlamıştı ki, bisikletine hızla bindi ve gitti. Kurtulduğuma sevindim.

Yol üstünde oturup manzara seyretmek için yapılmış bank.

Rampayı aştıktan sonra 100 m'lik bir inişten sonra bir vadiye iniyorum. Göz alabildiğince her yer yeşil. Etrafta bolca inek otluyor.

Tskhunkuri köyüne yaklaşırken bir mezarlık görüyorum.

 Tskhunkuri köyü girişinde yolun sol tarafında bahçesi geniş çimenlerle kaplı bir evin önünde bir aile görüyorum. Bana doğru bakıyorlar. Acaba bu gece bu bahçede çadır kurabilir miyim? diye düşünüyorum. Elimle selamlıyorum. Kadın bana doğru gelmeye başlıyor. Ben de bahçe kapısına doğru ilerledim. Kapı yanında gençler kağıt oynuyorlardı. Bahçe kapısına geldiğimde kadın gençlerden birine doğru bir şeyler söyledi. Gençlerden biri bana dönerek,
- Neden geldin? Ne istiyorsun? (söyleyiş tarzında misafirperverlik yoktu.)
- Yola devam ediyorum. Bir şey istemiyorum diye cevap verdim.
 Ortamdan elektrik almadığım için yoluma devam ettim. Tskhunkuri köyündeki ufak rampayı çıkınca solda ahşaptan yapılmış büfe tarzı bakkalı gördüm. Bakkala girip selam verdim. Bakkalda 15 yaşlarında bir kız ve yaşlı bir adam kağıt oynuyorlardı.

  Kız İngilizce bilmiyordu. Telefonumdan google çeviriyi açıp Türkçe-Gürcüce çeviri kısmına burada çadır kurabilir miyim? yazdım. Telefonu onlara doğru çevirdim. Bir şey anlamamış gibi tepki verdiler. Bir kaç deneme daha yaptım ama yok anlamıyorlardı. Şu düştüğümüz duruma bak. Burnumuzun dibindeki adamla anlaşamadığımız gibi 5.000 km ötedeki adamın diliyle anlaşmaya kalkıyoruz. Amaan diyerek bakkaldan dışarı çıkacakken, kız telefonunu aldı ve birini aradı. Biraz konuştuktan sonra bana uzattı. Karşıdaki kişi;
-Sen git. Sen git.
-Seyyah : Nereye gideyim?
-Sen git. Sen git.
  Telefondaki kişi fazla Türkçe bilmiyordu. Benim oradan uzaklaşmamı istiyor diye düşünerek bakkaldan çıktım. Bisikletimdeki çantaları düzelttim. Yola devam edecekken içerideki adam ayağa kalktı. Bakkalın dışına çıktı ve eliyle gel işareti yaptı. Takip ettim. Geldiğim yoldan geri giderek rampadan aşağı inip soldaki evin bahçe kapısından içeri girdik.
  Adamla ortak bir dilimiz yok. Anlaşmamız çok zor. Ne gerek var ki ortak dile, o da insan ben de insan. El kol hareketleriyle işaretleşerek yine anlaşırız. Bahçede çadır kurayım mı diye işaret yaptım. Eliyle hayır işareti yaparak evi gösterdi. Hiç tanımadığın ve dilini bilmediğin bir adamla aynı evde kalacaksın. Maceranın dibine vuracaksın. İçimden, daha ne istiyorsun diyorum.
  Göğsüme vurarak Alpaslan diyorum. Elimle onu gösteriyorum. Dato, David diyor. Gürcistan'da farkettiğim bir ilginçlik ise isimlerin kısaltarak söylenmesi. Bu Anadolu'da da yaygın bir davranış. Ahmed'e ehmo denmesi gibi, burada da David'e Dato diyorlar.
  Ev ahşaptan iki katlı, bisikleti bırakmam için evin alt katındaki balkon altını işaret ediyor. Bisikleti bırakıyorum. Evin alt katına giriyor, kol kadar bir bıçağı sol bacağı yanında sallanan kınına sokuyor ve dışarı çıkıp, Aslan diyerek eliyle gel işareti yapıyor. Dur daha yeni geldik nereye gidiyoruz desemde anlamıyor ki. Evin yanındaki bahçeye giriyoruz. Mısır kesmeye başlıyor. Toprak çok bereketli. Mısırların kimisinin boyu 4 metreyi geçmiş. Bir kaç mısır kesiyor.

  Geri dönerken yere gömülü küpleri görüyorum. Elimle senin mi? diyorum. İçme işareti ile birlikte Vino diyor. Tiflis'de etnografya müzesinde şarap küplerinin gömüldüğünü görmüştüm. Evin arka tarafında asma ağaçları varmış. Şarabı kendisi yapıyormuş.

   Evin alt katına dönüyoruz. David tencereye su doldurup içine topladığı mısırları atıyor. Bu kadar şişenin çokluğu ilginç geliyor. Evin dışında çeşme var. Sanırım şarap depolamada kullanıyor.

Beni üst kata çıkarıyor. Eliyle uyku işareti yapıyor. Anlaşılan bu gece bu katta uyuyacağız. Koltuğun üstündeki elbiselerin altından kapağında orak çekiç olan bu albümü çıkarıyor.  Eliyle göğsüne vurarak Polis Lieutenant (Teğmen) diyor.

Ayrıca güreşte de şampiyonluk kupaları var. Onları da gösteriyor.

Duvardaki fotoğrafları gösteriyor. Anne ve babasıymış. Elimle David'i göstererek Madam? nerede diye soruyorum. Madam Ermeni, ben Abhaz diyor. Madam kızımla beraber Moskova'da yaşıyor. 

 Alt kata iniyoruz. Bir bayan geliyor. 6 paket sigara ve bir kaç parça peynir getiriyor. Getirdiklerinin ücreti hakkında konuştular. Bayan gidince içeriye geçiyoruz. David sofrayı hazırlamaya başlıyor. Çantamdaki makarnayı çıkarıp pişirmek istiyorum ama izin vermiyor. Yumurta, peynir, domates, haşlanmış mısır, yiyoruz. David yemekte şarap içerken ben çay içiyorum. Yanımda taşıdığım tahinden David'in tabağına döküyorum. Tadı hoşuna gidiyor. Biraz daha dolduruyorum. Yeter işareti ile engelliyor. Boşalan yumurta kabıma, tekrar yumurta koyuyor. Yeter, gerek yok işareti yapıyorum. Tavukları gösteriyor.
   Yemeği yedikten sonra bisikleti içeri almamı işaret ediyor. Bisiklet çalınırsa, elindeki bıçağı boğazına götürerek boğazını keserim işareti yapıyor. Anlaşılan buraların dayısı.

  Hava iyice kararınca şarj cihazlarımı prize takarak, uyumaya hazırlanıyorum. Evde prizin yanında çok eski bir renkli tv var. Priz çok eski sanki hiç kullanılmıyormuş gibi paslanmış. Koşedeki yatağı benim için ayarlıyor. Yatağın üstüne yorgan bırakıyor. Gerek yok, benim var diyerek uyku tulumumu getiriyorum.

  Bana sen yat işareti yapıyor. Kendisi dışarı çıkıyor. Uyku tulumun içine giriyorum. Bugün yaşadıklarımın yoğunluğundan olsa gerek hemen uyuyorum.


Bugün katettiğim yola ait karita ve yükseklik eğrisi.






Pedallayarak Gürcistan Macerası Devam Ediyor.










1 yorum:

  1. Aştığım dağları aşıp, içtiğim o sulardan içmişsin. Aynı insanlarla söyleşip, geçtiğim yollardan geçmişsin. Çok güzel bir tur gerçekleştirmişsin. Yazılarını okurken ve fotoğraflarına bakarken heyecan duydum, eskilere gittim. Yaşadıkların, gördüklerin ve yazdıkların başkalarına yol olacak kıvamda olmuş. Kalemine ve emeğine sağlık.

    YanıtlaSil