Google+ Pedallayarak Gürcistan 15. Gün Tsana - Koruldashi - Ushguli (12.08.2014) - Seyyah-ı Sohbet

12 Ağustos 2014

Pedallayarak Gürcistan 15. Gün Tsana - Koruldashi - Ushguli (12.08.2014)

   Dün gece saat 05:00 sularında telefonumun şarja takılıp, çıkarılma sesiyle uyandım. Dışarıda şiddetli rüzgar vardı. Rüzgarın etkisiyle elektrik hatları birbirine yaklaşıyor ve ark oluşuyordu. Elektrik hatlarının bir kaç kez daha birbirlerine çarpmasıyla elektrikler kesildi. Telefonumu diğer elektrikli cihazlarımın fişini prizden çıkarıp uyudum. Dünkü yolculuğumun verdiği yorgunlukla saat 8'e kadar uyudum. Yüzümü yıkamak için dışarı çıktığımda, gayri ihtiyari başımı sağa çevirdiğimde ; zirvesi buzullu bir dağın bana gülümsediğini gördüm.


  Bu dağın Shkhara olma ihtimali var mıydı? Odaya koşup fotoğraf makinemi ve telefonumu alıp fotoğraf çekmeye başladım.
  Telefonumdan google earth programını açıp tampon hafızadaki görüntülerden dağın Shkhara olduğunu kesinleştirdim.
Gürcistan'ın 5193 metre ile en yüksek dağı olan Shkhara(Şixara) dağı bana gülümsüyordu.
  Buraya kadar gelip Shkhara dağını bulutsuz görememek üzücü olurdu.


 Sağda kahverengi gözüken başı bulutlu dağ ise Ailama dağı. Yazıyı yazdıktan sonra, İbrahim Kazıkçı hocam'ın uyarısı ile Shkhara'nn 9 zirveden oluştuğunu ve çok zirveli dağ olduğu anlamına geldiğini öğrendim.

1730 rakımda kurulu olan köyde bir tane de kilise var. Ev sahibi kıza köyde kaç aile oturduğunu sordum. "3-4 aile var." cevabını verdi. Herkes evini bırakıp büyükşehirlere göç etmiş. Yazın gelip peynir yapıyorlarmış.

 Gürcistan'ın kırsal bölgelerinde tuvaletler evin dışında.


Ahır olarak kullanılan bina.


Bagrati ismi Gürcistan'da 978 ile 1008 yılları arasında yaşamış kral 3.bagrat'dan gelme. Mevcut durumda ismin arkasına -i harfi eklenmiş. Bu kralın kurduğu krallık Türkiye'de pakraduni diye bilinen ve yahudi-ermeni diye tanımlanıyor. Pakraduni'lerden yazar Mehmet Şevket Eygi bolca bahseder ama adını neden Bagrati değil de Pakraduni diye yazar bilemiyorum. Mestia'da phaliani ailesinde yaptığım sohbette tarihle ilgili kısmı anlatacağım. O zamana kadar biraz sabretmeniz gerekiyor.

Evin torunları; Bagrati ve abisi David.




Dün sıcak odaya bıraktığım ayakkabılar tam kurumamışlar. Mecbur ıslak ıslak giyeceğim.


Dün akşam hava karardıktan sonra, derenin sol tarafındaki yolu aşarak geldim.

Etrafta ağaç bol olunca evlerde ahşaptan yapılmış.

Geceyi geçirdiğim oda. Odanın duvarındaki resim dedelerininmiş. Aşağıdan aldığım sıcak su ile yanımdaki kremalı mantarlı hazır çorbadan bir tane hazırladım. Tahin ve ekmek eşliğinde çorbamı içip, üstüne de çayımı içtim. Zaman yönünden pek sıkıntım yok. Bugün alacağım yol yaklaşık 20 km.

Bu da evin giriş kısmının görünümü. Reya, David ve küçük Bagrati ile beraber merdivenlerde oturuyorlar. Kuşları yakalamak için leğene ip bağlamış ve leğenin altındaki bölgeye buğday bırakmış. Yanındayken birkaç kuş yeme geldiyse de yakalayamadı. aynı kuş yakalama taktiğini küçükken Ahlat'ta kullandığımızı ve arasıra başarılı olduğumuzu hatırladım.

   David bu fotoğrafı çekerken Reya'nın orada oturduğunu fark etmemiştim. Taki eve gelip fotoğrafı bilgisayarda açınca fark ettim. Fotoğrafa ayrı hava katmış.

  Dün akşam Guesthouse'u sorduğum yaşlı bayanın evi.

Her tarafı yeşil örtüyle kaplanmış yolda bisikletle ilerlemek beni çok heyecanlandırıyor.

  Koruldashi nehri, büyük bir gürültü ile akıyor. Nehir köyün doğal sınırlarını oluşturuyor.


 Kaldığım guest house'u gösteren tabela.

  Köyden hemen sonra tırmanış başladı.1730 m'den başladığım yolculuk 2630 m yüksekliğindeki Zagari Pass veya Zagaro pass adlı geçitten geçtikten sonra 2410 m'de kurulu olan Ushguli köyünde gecelemeyi düşünüyorum.Yolun sağı ve solu çeşitli bitkilerle dolu. Yer yer ısırgan otları da var. Bu bölgede çok sayıda yaban hayvanı görmeyi umut ediyordum. Şu ana kadar dün akşam karanlıkta gördüğüm bir çift göz hariç bir şey görmedim.


  Yer yer sık ormanda ilerlemeye başlıyorum.


Yoldaki su dolu çukurlardan kaçayım derken kenara fazla yaklaşmak zorunda kalıyorum. Kenarda bulunan ısırganlara sürtündüğümde ise ısırgan dikenleri koluma batıyor. Isırganların temas ettiği yeri kaşıdığımda kızarıp şişebileceği için kaşımıyorum.

   Karşıdan jiplerin geldğini görünce kenara çekilip yol verdim.

  Yanıma yaklaşan jip şoförü şaşkınlıkla bana baktı ingilizce konuşarak ;
-  Sen yalnız mısın?
- Seyyah : Evet
  Kafasını arabanın camında dışarı çıkarıp bisikletin arkasında sallanan bayrağı görünce
- Ooooo. Normal! You are Turk. (Normal. Sen Türksün)
-Seyyah : Thanks.
- Peki nereden geliyorsun?
- Seyyah : Akhaltsikhe, Borjomi, Gori, Tbilisi, Kutaisi, Lentekhi after Mestia, Zugdudi, Poti, Batum, Türkiye
- Good. Welcome in Svaneti! diyerek elime bir adet yerfıstığı verdi. Araçta bulunanlar ise bana tebrik ediyoruz gibi el işareti yaptılar.


Biraz yol aldıktan sonra karşıma bir motorsiklet üzerinde bir çift karşıdan gelip, selam verip geçtiler. Fotoğraf makinemi kılıfından çıkarıp fotoğrafladım.

İlerideki çukurdan geçerken derinliğini iyi analiz edemediğim için ortasından geçtim. Bir anda yarım tekerlek suyun içine gömüldü ve ayakkabılarım çamurlu su ile doldu.

 Biraz sonra ince tekerlekli ve vitessiz bisikletiyle tepeden aşağı birinin geldiğini gördüm. Tanışma faslından sonra ;
-Frederico : Sen ulusalcı mısın?
-Seyyah : Hayır.
-Frederico : Peki! Neden Mustafa Kemal'in bayrağını taşıyorsun.
-Seyyah : O bayrak Türkiye bayrağı ve Osmanlı Devleti zamanından bu yana kullanılıyor.
-Frederico : Ama bana Türkiye'de Mustafa Kemal bayrağı dediler.
-Seyyah: Fas, Cezayir, Tunus, Pakistan daha bir çok Müslüman ülkenin bayrağı bu şekildedir.

 Makine mühendisi olduğunu, 11 aydır Dünyayı gezdiğini anlattı. Üniversiteden sonra birkaç yıl bir şirkette çalışmış ve para biriktirdikten sonra yollara düşmüş.

-Seyyah: Peki! Senin sigortan var mı? Burada hastalanırsan kim ilgilenecek seninle?
-Frederico : Hiç bir şeye ihtiyacım yok.
-Seyyah :Peki ilerde evlenmek ve çocukların olması gibi bir düşüncen var mı?
-Frederico : Hayır, başka insana ihtiyacım yok.
-Seyyah : Emekli olabilmen için çalışmak ve prim biriktirmeyi düşünüyor musun?
-Frederico : Hayır.
-Seyyah : Tanrıya inanıyor musun?
-Frederico : Hayır.

Anlaşılan dünyada yaşamıyordu. Kaybolup gitmişti. Onun için hayatın hiç bir anlamı kalmamış gibi algıladım. Artık kendisi nasıl bakıyor bilmiyorum.

   Yoluna devam etti.



Sık ormandan uzaklaşıp güneşli alana çıktığımda güneşin yakıcılığını hissetmeye başladım.


Shkhara dağının eteğindeki buzullar.

Nem miktarı aşırı artmaya başladı. Alnımdan devamlı sular akmaya başladı.

 Koruldashi köyü, terk edilmiş durumda. Artık kimseler yaşamıyor.

Etraftan yoğun şekilde bir çok kuş sesi geliyor. Gelen seslerden bülbül olduğunu düşündüm. Ama göremediğim için bilemiyorum. Masallar diyarındaki gibi diyebiliriz.

  Çeşme başına atılmış masa ve oturak,

Şişelerimi doldurmak için yaklaştığımda suyun rengini gördüm. Suyun demir madeninden süzülüp geldiğinden dolayı bu rengi aldığını düşündüm. Yarım litre suyum olduğu halde şişemi doldurmadım.


 Suyun fotoğraflarını fotoğraf makinem ile çekmek istediğimde elimi sağ tarafımda kemerde takılı olan kılıfa doğru attığımda makinenin yerinde olmadığını gördüm.
  Bisikletimi yolun kenarına bırakıp yaklaşık 3 km geriye gittim. En son fotoğraf makinesini kullandığım motorluların fotoğrafını çektiğim noktaya kadar gittim. Oraya kadar yerlere baktım ama makine yoktu. Karşı yönden sadece Frederico geçmişti. Acaba o almış alabilir mi diye düşünerek bisikletimin yanına geldiğimde karşı yönden bisikletli bir grubun geldiğini gördüm. Danimarka'lı Frank ve Litvanya'lı arkadaşları arkadaşları.

Aşağıdaki fotoğraftaki Danimarkalı Frank ve arkadaşları bisikletle kutaisi'deki havaalanında başladıkları yolculuklarını yine kutaisi havaalanında bitirecekler. Frank'e fotoğraf makinemi düşürdüğümü, bulmak için geriye gittiğimi ama bulamadığımı anlattım. Benden sonra yolda İtalyan Frederico'nun gittiğini ve onun makineyi bulmuş olacabileceğini söyledim. Eğer fotoğraf makinemi bulurlarsa hafıza kartını adresime veya fotoğrafları internette bir dosya paylaşım sitesine yükleyip gönderirlerse sevineceğimi söyledim. Tamam dediler ve vedalaşıp ayrıldık.

Aklım fotoğraf makinemde kalarak yola devam ettim. Bir ara çok renkli bir kuşun önümde ağaçta durduğunu gördüm. Fotoğrafını çekmeye çalıştığımda uçup gitti.

Koruldashi köyünün üstündeki varyantı tırmanmaya başlıyorum. Eğim kimi zaman %15'leri geçiyor. Zorlanarak da olsa bisikleti itekleyerek yol alıyorum.


  İçme suyum 200 ml kadar kalmıştı ve suyu idareli kullanmam gerekiyor. Yağmur yağmaya başladığında panço tipindeki bisiklet yağmurluğunu giydim. Ortamın yakıcı havası kırıldı ve rahatlıkla yol almaya başladım. Kısa süreli yağan yağmurdan sonra pançomu çıkardıktan birkaç dakika sonra tekrar yağmur yağmaya başladı. Bir dakika dahi sürmeden yağmur kesildi. Tekrar pançomu çıkarıp yoluma devam ettim.


Yağan yağmurdan sonra nem oranı tekrar yükseldi ve son kalan suyumu da içtim. Kana kana su içme umudum yukarıda akan nehire kaldı.


 Biraz daha cebelleşmeden sonra varyantı bitirip tepeye çıktım. Nemden dolayı buff'ım bile ıslandı ve kullanamayacağım duruma geldi. Aşağıdaki resim durumumu anlatıyor olsa gerek.

Yolun kenarında oturmuş dinlenirken aşağı taraftan gelen binek araba sesiyle irkiliyorum. Şuna bak binek araba ile bu yoldan geldi. Helal olsun diyorum. Yaklaştığında bunun normal bir araba olmadığını ve Toyota'nın altı jip kadar yüksek bir binek aracı olduğunu görüyorum. Bu modelden Türkiye'de yok.
  Rus plakalı araba yanıma gelip duruyor. İçinden kısa boylu ve güreşçi yapılı biri iniyor. Bayrağı görünce ben Türk'leri çok seviyorum. diyerek sarıldı. Moskova'da yaşadığını ve Kemal Armağan adında bir Türk arkadaşı olduğunu, Türk arkadaşını çok sevdiğini ve çok iyi bir insan olduğunu söylüyor. Türk'lerin çok iyi insanlar olduğunu söyledi. Tabii ki bunları Ruslara ait yüksek özgüveniyle ve bağıra bağıra anlattı. Teşekkür ederek cevap verdim.
  Su içmek ister misin? diye sorduğunda, Evet zaten suyum bitmişti. Bende çok var diyerek 1,5 Lt'lik şişeyi verdi. Az önce su için çırpınırken Allah suyu ayağıma gönderdi. İşin garip yanı, her taraftan şelaleler akarken ben içecek kalitede su bulamıyorum. Tabii ki o suları filtre yardımıyla içecek duruma getirebilirdim ama daha bıçak kemiğe dayanmadığı için uygulamadım.
  Eski yol polis şefiymiş. Emekliliğinde tenis hocalığı yapıyormuş. İngilizce fazla bilmiyorum. Oğlum,karısı ve bir arkadaşım yolda yürüyerek geliyorlar. Rampada araba fazla zorlanmasın diye indirdim dedi.
   Birazdan oğlu,gelini ve arkadaşı geldi. Oğlu çocuk alerji doktoruymuş. Bak bu güzel. Çünkü kolumda beyaz noktalar gözükmeye başladı. diyerek gösterdim. Bunlar bir alerji belirtisi. Ama önemli bir şey değil dedi.
-Seyyah : Ne kadar zamandır evlisiniz?
-Doktor : 1 yıl oldu
- Seyyah : Çocuk yok mu?
- Doktor : Yakında olacak.
- Seyyah : Eşiniz çalışıyor mu?
- Doktor : Önceden çalışıyordu. Şu an çalışmıyor.
- Seyyah : Doğumdan sonra çalışmaya başlayacak mı?
- Doktor : Evet.
-Seyyah : Ekonomik durumdan dolayı mı çalışmasını istiyorsunuz.
-Doktor : Evet yaşam şartları çok ağır.

  Eski polis, defterime adını ve e-posta adresini yazdı. Anı olarak birkaç fotoğraf çektik. Bakışlarından tutkuyla bağlı olduğu gözüken Nikon slr fotoğraf makinesini oğluna uzatarak bizim birkaç fotoğrafımızı çek dedi. Oğlu birlikte fotğrafımızı çekti ve sonra oğlu ve geliniyle birkaç fotoğraf çekindik.
  Doktor akşam Ushguli'ye yetişir misin? diye sordu. Evet bu gece Ushguli'de kalacağım. dedim. Eğer biz orada kalırsak akşam sohbet edelim dedi. Tamam sevinirim dedim. Vedalaşıp ayrıldık.

 Tekrar yol almaya başladım. Shkhara dağının buzullarından eriyip gelen Lasdilisghele nehri başında yemek yemek için durdum. Yanımdaki barbunya pilaki konservelerinden birininin kapağını açarken kapak iki parmağımı derince kesti. Kanı durdurmak için ilk yardım çantamdaki gazlı bezi ve pamukları almak için ilk yardım çantamı açtım ama içinde pamuk ve gazlı bez yoktu. Nerede kaldığına dair hafızamı yoklasam da nerede çıkardığım aklıma gelmedi. Yanımdaki yara bandını çıkarıp parmaklarıma yapıştırıp diğer elimle tampon yaptım. On dakika kadar tamponla kanama durdu. Yemeğimi yiyip, suyumu da kana kana içtikten sonra yola koyuldum. Tabii ki bu soğuk nehirde yüzümü yıkamayı ihmal etmedim.



2630 m'lik Zagari geçidine (Zagari Pass) doğru tırmanışa geçiyorum. Zagari geçidinden sonra Ushguli'ye doğru yol artık iniş.


   Her taraf yemyeşil. Stepantsminda yolunda Rus-Gürcü heykeli yanında karşılaşıp konuştuğum Azeri Ehmed amca aklıma geldi. Burası koyunlar için tam bir cennet diye içimden geçiriyorum.
 İleride bir gözlem istasyonu ve baz istasyonu görünüyor.

 Sabah 1730 metrede saat 11 gibi başladığım yolculuğuma saat 18:45 de 2630 m'lik zagari geçidine ulaştım. Saat 18:45 artık tek hedef  Ushguli ve geceyi geçirecek bir yer bulmak.

  Zagari geçidinden sonra iniş şeklinde devam eden,su akıntılarıyla derin yarıklar açılmış yolda ilerliyorum. Bisikletle 30-40 km hızla taşların üstünden zıplaya zıplaya ilerliyorum. Bisikletimin ön tekerinde takılı olan 1,75 ebatlı Schwalbe Green Guard model lastik yer tutuş olarak en üst segmentte ve gerçektende çok iyi yer tutuyor. Yine arka tarafta takılı olan 2,0 ebatlı Schwalbe Smart Guard lastik fren tuttuğumda yeri tırmalıyor desem doğrudur.
  Yolda bir kadın ve birkaç çocuğun yürüdüğünü gördüm. Yürüyüşe çıkmış Avrupalı turistler olabileceğini düşünerek ingilizce yol istedim. Biraz ilerledikten sonra çantamın yerinde durmadığını fark ettim. Durup çantamı takarken yürüyenler yanıma geldi. Orta yaşlı bayan GuestHouse dedi. Ushguli'de yaşadıklarını anladım ve guesthouse önerdiğini anladım. Bu geceyi çadırda geçirmek istiyordum ama yorgunluğun ve banyo yapma isteğimin ağır basmasından dolayı evet dedim. Kadın ingilizce bilmiyordu. El,kol ve mimiklerle anlaşıyorduk. Evinin nerede olduğunu sordum. Chazhashi dedi. Haritaya baktığımda aşağı mahalle olduğunu gördüm.  Kızını arayıp telefonu bana verdi. Kızı ingilizce biliyordu, Bir gece yemekli olarak 50 Lari dedi Ben ise burada ortalama 40 Lari olduğunu biliyordum. 30 Lari dedim ve 35 Lari'de anlaştık. Beni aşağıda beklediğini söyledi. Kadına domuz yok demek için domuz sesi çıkardım ve hayır işareti yaptım. Hayır hayır diyerek domuz etini sevmediğini yüzüyle gösterdi. Tamam dedim zaten kızı beni aşağıda bekliyordu.




  Bu fotoğrafa daha sonra baktığımda, fotoğrafı çekmek için durmadığıma ve ve daha iyi bir açıda çekmediğime üzüldüm. Ortaya harika bir fotoğraf çıkabilirmiş.


  Evet Ushguli'ye girdim. Etraftakiler bana şaşkınlıkla bakıyordu.


   Yol üstündeki bakkalın önünde durdum. Bakkalın önündeki 5-6 kişilik grubun garip bakışları altında içeri girdim. Bakkal bayandan bir sigara istedim. Normalde 2,20 Larilik sigaraya 5 Lari işareti yaptı. Parayı çıkarıp verirken Türkçe;
- Seyyah : Oooooo güzel yere tezgah açmışsınız.Turisti iyi kazıklıyorsunuz dedim.
Bakkal bayan ne dediğimi anlamadı. Yüzüme bön bön baktı. Yediğim kazığın acısını ancak böyle söndürebilirdim.
Fotoğraf izni isteyip, fotoğraf çektim.




  Fotoğraftaki köy Chivibiani, Arkasındaki geçitten ilerlenildiğinde haritalarda wievpoint olarak işaretlenmiş manzara noktasına varılıyor. Manzara noktasından Shkhara buzulu ve arkasında Shkhara dağı görülebilir.

Sağ taraftaki evin önünde çadır kamp alanı var. Banyo ve çadır kamp alanı için 15 Lari fiyat çektiler. Bu soğukta dışarıda banyo yapmak ve çadırda uyumak pek iyi fikir değil. Ayrıca üstüne 15 Lari vermek yerine 35 Lari verip sıcak evde ve güzel bir yemek yemek daha cazip geliyor.


 Enguri veya Engüri nehri. Daha bir kaç km önce Shkhara buzulundan eriyen sular Engüri barajına doğru akıyor. Bu arada bizim başkentimiz olan Ankara'nın Roma ve Bizans dönemindeki eski ismi Engüri imiş. Gezimden sonra Gürcistan ile ilgili makaleleri karıştırken öğrendim.

 Yolları gösteren tabelalar. Rakamdan sonra H ile belitilenler yürüyerek varış zamanını gösteriyor. Bu bölgede turistler yoğun biçimde trekking yapıyorlar. Lentekhi'ye kestirme yürüyüş yolu da var. VIL. MAMI 6,30H diye belirtilen tabela dün geçtiğim Leusheri köyünün karşısındaki Mami köyüne yürüyüşle 6:30 saatte varıldığını anlatıyor.

  Yolda konuştuğum bayanın kızı Nana Gani beni yolda bekliyor. Ayaklarına kadar gelen müşteriyi kaçırmaya niyetleri yok. 35 Lari Gürcistan için çok iyi para. Bizim paramızla yaklaşık 43 TL yapıyor.
 Telefonumu Nana'ya vererek fotoğrafımı çektiriyorum.


  Nana ve kucağındaki kardeşi. Evlerine doğru gidiyoruz.

  Eski bir evin önünde duruyoruz. Bisikleti dışarıda bırakıyorum. Kimse bir şey yapmaz diyor. Giysilerimin olduğu çantamı alıp diğerlerini dışarıda bırakıyorum. Pançomu bisikletin üstüne atarak içeri giriyorum.
  Bana yatacağım odayı gösteriyor. Annesi geliyor ve alt kattaki mutfakta yemek hazırlamaya başlıyor. Bu arada bende kirli elbiselerimi yıkanması için veriyorum. Çamaşır makinesi ve buzdolabı Samsung marka ve son teknoloji olanlardan. Televizyonda yine Led tv ve yeni. Turizmden çok iyi para kazandıkları belli oluyor.
   Banyo gayet iyi durumda. Suyu pompa ile çekiyorlar olacak ki banyo yapacağım zaman açmam için bir anahtar gösterdiler. Basınca suyun tazyiği arttı. Elektrikli termosifonda yeterince ısınmış su ile günün yorgunluğunu attım.
   Banyodan sonra üst kata çıktım ve yemeği beklerken bana Aslan diye seslendiler.
   Aşağı indiğimde yemek hazırdı. Masaya oturduğumda, Kutaisi'de Gelati Hotel'deki o pis kokuyu almaya başladım. Yiyeceklerde domuzla alakalı bir şey olabilir diye şüphelendim. Gelati hoteldeki bayan bana domuzla ilgili bir şey kullanmadıklarını söylemişti. O kokuyu da sormayı unutmuştum.
Burnuma götürdüğüm yemeklerde o kokuyu bulamadım. Burnumun iyi olmasına güvendiğim halde o kokuyu bulamamak beni deli etmişti. Koku çok güçlüydü. Üç metreden rahatlıkla alabiliyordum. Etraftan geliyor diye düşünerek yemeye devam ettimse de o koku keyfimi kaçırdı. Bir ara salatadan geliyor olabileceğini düşündüm ve salata yemeyi bıraktım.
   Yemekte ne olduğuna gelince sol üst köşede duran et kavurma, kavurmadaki etler tel tel ama etin rengi kırmızı sayılabilecek renkte. Yüksek rakımdan dolayı kandaki alyuvarların fazla olmasından etin kırmızı rengi alabileceğini düşündürdü. Pek fazla yiyemedim.
     

  Yemeğin yanında içecek olarak çay verdiler.

   Fazla yiyemeden masadan kalktım. Üst kata geçtim. Nana ve kardeşleri yanıma geldi. Türkçe müzikleri çok sevdiğini söyledi. Kutaisi'de okula gidiyormuş ve 13 yaşındaymış. İngilizcesi iyi seviyedeydi. Bendeki Türkçe müzikleri onun telefonuna ve ondaki Gürcü müziklerini benim telefonuma Bluetooth vasıtasıyla aktardım. Kaç kardeş olduklarını sordum. 8 kardeşlermiş. Annesi yanımıza gelince çok çocuk dedim. Güldü. Gürcistan'da diğer bölgelerde çocuk sayısı 1-2 iken bu bölgede çok çocuk sayısı hem ekonominin iyi olduğunun hem de dağların arasında yaşayanlarda kültürün çok bozulmadığını gösteriyordu.
  Babasının elde yaptığı svan savunma kulelerinden turistlere satmak için salona koymuşlar. Satın almaya yeltendim ama altlarına yazdıkları 60 Euro fiyatları görünce vazgeçtim.
 Saat 23:00 sıralarında uyudum.


Bugünkü yol haritam






Pedallayarak Gürcistan Macerası devam ediyor.




Dünkü yol maceramı okumak için        Sonraki Günkü Yazımı okumak için Buraya Tıklayabilirsiniz.











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder