Google+ Pedallayarak Gürcistan 16.Gün Ushguli - Mestia (13.08.2014) - Seyyah-ı Sohbet

13 Ağustos 2014

Pedallayarak Gürcistan 16.Gün Ushguli - Mestia (13.08.2014)

Yaklaşık 1,5 yıldır varmak istediğim köy olan Ushguli'de saat 09:00 sularında uyandım. 
 Sabah temizliği için alt katta bulunan banyoya gittiğimde, mutfakta çalışan evin hanımı, günaydın diyerek kahvaltımı hazırlamaya başladı.
 Üst kata çıkıp, eşyalarımı bisiklet heybeme yerleştirdim. Aşağı kata inip kahvaltımı yaptıktan sonra 35 Lari konaklama ücretimi ödeyerek ayrıldım.



 Dün akşam dışarıda bıraktığım bisikletim hala yerinde ve kimse dokunmamış. Evden çıkarken evin babası da alt kattan çıkıp geldi. Müze'de güvenlikçiymiş.

Dün geceyi geçirdiğim evin giriş kısmı.

 Ev sahibi ve çocuğu, müze ne zaman açılır diye sorduğumda "manager" diyerek müdürünü beklediğini anlattı.

   Deniz seviyesinden 2100 metre yükseklikte kurulu olan Ushguli 12 ay boyunca yaşanılan Avrupa'nın en yüksek yerleşim birimi olduğundan oldukça fazla turist geliyor. Turistler kiralanan jiplerle gezdiriliyor.

  Enguri, Engüri veya İnguri nehri Shkara dağının eteklerindeki Shkara buzulundan ayrılalı henüz bir kaç km olmuş. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi Ankara'nın eski adı da Enguri imiş. (Gürcistan'da yaşayanların dil farklılıklarından dolayı değişik söyleniş şekilleri var.)

  Mestia'ya doğru yavaş yavaş pedal basmaya başladım. Bir an telefonumun e-posta uyarısını duydum. Gelen e-postayı Danimarkalı Frank göndermiş.
    Benim telefonuma ulaşamadığını belirtiyor ve fotoğraf makinemi Frederico'nun bulduğunu, makineyi ondan aldıklarını ve Kutaisi şehrinde bir bisikletçiye bıraktığını yazmış. Makinenin suya düştüğünü ve bozulma ihtimalinin yüksek olduğunu yazmıştı.
   Cevap olarak, fotoğraf makinesindeki hafıza kartını yanına almasını ve eve döndüğünde bana dosya paylaşım sitesinden göndermesini rica ettim. Telefon numaramı satın aldığım anda verilen zarfın üstündeki numarayı komple yazarak gönderdim.
  Fotoğraflarıma tekrar kavuşma ihtimalimin artması hoşuma gitmişti.




  Shkara dağı ve önünde Shkara buzulu (Şiğara diye diye okunuyor. Her zamanki gibi Ğ harfi gırtlaktan çıkan şekli ile)
  Shkara dağının eteğindeki Shkara buzuluna gitmeyi bir dahaki sefere bıraktım.



12. Yüzyıl civarında yapıldığı söylenen Svan savunma kuleleri.


   Bu yazıyı yazarken, fotoğrafı çektiğim yerin adını öğrenmek için haritaya baktığım da Saint Barbares adında bir kilise olduğunu gördüm. Ses uyumu olarak Barbaros ismine ne kadar uyuyor diye düşünürken, merakımı yenemeyip araştırmaya başladım. Bizans zamanında yaşamış Saint Barbaros adında bir aziz varmış.
   Fotoğraftan sonra yanıma 8-10 yaşlarında iki çocuk geldi.
"Abi bana para ver" dedi. Ben gülmeye başladım. Türkiye'den uzak bir yerde bu çocukların Türkçe bilmesi hoşuma gitmişti. Türkçe bilen bu çocukların videosunu youtube'da daha önce seyretmiştim. Çocuklar Türk dizilerinden Türkçe öğrenmiş diye anlatılıyordu.
Seyyah : Sen Türkçe'yi nereden öğrendin.
Çocuk : Televizyondan. Kanuni, Hürrem
Seyyah : Sana para vereyim ama bir video çekeyim.
Çocuk : Olmaz! Bana para ver.
Seyyah : Tamam fotoğraf çekilelim.
  Dediysem de kabul etmedi. Yanımdan uzaklaşıp gelen turist kafilesine doğru yöneldi.

Video'da karşıda gözüken patika 2 gün önce önünden geçtiğim Mami köyüne gidiyor. Yürüyürek 6,5 saat sürdüğü tabelada gösterilmişti.


  Video çekimimden sonra yanıma gelen Baltık ülkelerinden turistlerle biraz sohbet ettim. Tanışma faslından sonra, buradaki yemekleri beğendin mi? diye sordular.Etlerin piştikten sonra kahverengi değilde kırmızı-kahverengi karışımında olduğunu söyledim. Bunu onlarda fark etmiş. Belki hayvanların yüksek yerde yaşamasından dolayı kaynaklanabileceğini düşündüğümü söyledim. Mantıklı buldular.

   Yol boyunca çamurlu sularla dolu çukurlardan geçtim. Bu varyantı görünce hoşuma gidiyor ve fotoğraflıyorum. Devamında son hızla aşağı indim. Bisikletin en sevmediğim yönü bu çünkü; aşağı iniş görünce hızın verdiği hazla bisikleti baş aşağı salıyorum. Varyantlardan görülebilen çok güzel manzaraları kaçırıyorum. Her ne kadar bu sefer yavaş ineceğim, tadını çıkaracağım desem de, yine dayanamıyorum.

  Çok sayıda cip Ushguli'ye doğru geliyor.

  Bu fotoğrafı çekip harekete geçtikten sonra fotoğrafta çok az gözüken üç turist el kol hareketleri ile bana bağırarak işaret yapıyordu. Birinin başında beyaz çember taşıdığını fark ettim. Çizgi filmlerde melek olarak tasvir edilen çizimlerin başında olan halkaya benziyordu. Bu ne diye düşünürken karşıdan gelen kişi arkasına doğru dönünce başında kippa olduğunu ve kippasının üst tarafında beyaz fosforlu halkaya güneşin vurması ile parladığını anladım. İşaret ettikleri halde durmayıp yoluma devam ettim.


Bugün Mestia'ya varıp bir gün orada kaldıktan sonra Zugdudi'ye doğru devam edeceğim. Ama önce Mestia'ya varmam gerek. Kalabalık bir grubun yürüyerek Ushguli'ye doğru gittiğini gördüm.

 Manzara gayet güzel, yol ise ufak göletlerde birikmiş çamurla dolu havada ise aşırı nem var. Ama manzaranın güzelliği karşısında tüm olumsuzlukları görmezlikten gelerek pedal basmaya devam ediyorum.

  Davberi köyü girişinde yolun tahta çitlerle çevrildiğini gördüm. Kapıyı açıp geçtim ve tekrardan kapıyı kapattım. Hayvan geçişlerini engellemek için yapılmış olsa gerek diye düşündüm.

  Davberi köyü ve önünden geçen Enguri nehri.



  Daha önce bir çok defa Kafkas arısının fotoğrafını çekmek istesem de arılar hep uçup gidiyorlardı. Bu sefer başardım. Akıllı telefon çekimi ancak bu kadar yaklaşabildim. Kafkas arıları bal arılarından iki kat daha büyük.

  Tekrardan Enguri nehrinin sağına geçiyorum. Yolculuğum yeşil doğanın içinde devam ediyor.

   Bogreshi köyüne bir kaç km kala adına Aşk kulesi denilen Svan kulesini görerek durduğumda yan taraftaki atları fark ettim. Atlar ve manzara fotoğraf için muhteşem duruyorlardı.



  "Love Tower" denilen aşk kulesi. Bahçede oturanlarla selamlaşıp fotoğrafını çektim.



  Yol boyu bolca şelale var ama içinde bolca kum olduğundan hiç biri içilecek kalitede değil.

  Arkadan korna çalarak gelen araçtakiler selam verdiler. Harikasın, bir şeye ihtiyacın var mı? diye sordular. Teşekkür ederim. Biraz su lütfen dedim. 1,5 Lt'lik şişede açılmamış ambalajlı suyu verdiler. El sallayarak uzaklaştılar.


   Bogreshi köyüne vardım. Tüm köylerde olduğu gibi burada da bir çok ev terk edilmiş.

  Evin üstünde bir çok sembol vardı.


  Bu küçük büfenin yanına geldiğimde önündeki kürsüde biraz oturup dinlendim. Ushguli'de kaldığım evden sabah kahvaltısından kalan börek ve peynirleri yemeye başladım. Köyün içinden gelen adamla tarzanca biraz sohbet ettik. Büfeden alışveriş yapmam için ısrarda bulundu. Ben de armutlu gazoz alarak içtim ve yoluma devam ettim.

  Varyant şeklinde yapılmış ughyr geçidi tırmanışına 15:00 gibi başladım. Yol su akıntılarından dolayı yarılmış ve yol yüzeyinde çok fazla taş var. Bu kötü yol koşulları havadaki nem miktarı ve yolun dik olması ile birleşince bisikleti ittirerek yol almaya başladım.

  Havadaki nemden dolayı tişört ve pantolunum komple ıslanmıştı. Yüzümden terler dökülüyordu. Buff vasıtasıyla silip yoluma devam ediyordum.

  Saat 17'den sonra güneşin etkisini yitirmesi ve ulaştığım yüksekliğin etkisiyle nem miktarı azaldı ve bisiklete binip tekrar yol almaya başladım.

   Geçidin hemen yanında bir şalt sahası görünce fotoğraflamak için bisikletimi yol kenarında bırakıp, şalt sahasının yakınına gittim. Döndüğümde yol çalışmasında görevli iki kişi bisikletimin yanında oturuyordu. Gamarjobar diyerek selamladım. Adam parmağıyla bir yapıp tek olup olmadığımı sordu.
   Yes diyerek tek olduğumu söyledim. Aynı Anadolu insanının vücut dilini kullanarak Gürcüce bir şeyler söyledi. Vücut dilinden "Buralarda tek başına dolaşılır mı? Yolda düşersen kim yardım edecek." gibi kelimeler ettiği belliydi. İşin garip tarafı vücut dili bize çok benziyordu. O adamı görünce çok garip bir durum Anadolu insanın vücut dili ve ses tonlamaları buralara nasıl geldi. diye düşündüm.

  1920 rakımlı Ughyr pass adlı geçidi geçiyorum. Bundan sonra artık iniş. Kim tutar beni.

 Biraz aşağı indikten sonra yol, beton olmaya başladı. Daha 1-2 gün önce döküldüğü belli oluyor. Ulaşıma açma şerefine de nail oldum.

  Yol beton olunca hızla aşağıya indim ama yolun bir kısmı hala stabilize idi. Yolun sert zemin olmasından dolayı sarsıntıdan el bileklerim ağrıdı ve bagaj çantalarım büyük sarsıntı yaşadı. Bagajın kırılma ihtimalini düşünsem de bir an önce Mestia'ya varmak için hızlıca aşağı inip yola devam ettim.

 Ushba dağı güneydoğu tarafından gözükmeye başladı. Geçidin kuzey kısmına geçtiğimde hava sıcaklığı hemen düşmüştü. Kafkas dağlarının buzullarından eriyen sularla oluşan nehirler ortamın sıcaklığını iyice aşağı çekiyor.

Mulkhra nehri kenarındaki beton yoldan 18:50'de Mestia'ya vardım.

  Mestia tarih ve etnografya müzesi önündeki tabeala. Bu tabeladan daha önceki şehirlerde de görmüştüm. Acil durum halleri için aranacak telefon numarasının 112 olduğunu belirten bu tabelalarla turistlere güven veriliyor.

  Tarih ve etnografya müzesi önünden sağa dönüp Mestia'nın merkezine geldim.


   Kalabileceğim hostel sormak için markete girdim. Yol boyunca hostel olduğunu söyledi. Bir kaç hostele yer sordum ama doluydular. Aklıma ibrahim hocamı aramak geldi. Telefonla İbrahim hocayı aradım. Niko diye birini benim olduğum yere yönlendireceğini söyledi.

  Biraz sonra Niko beni telefonla aradığında Khergiani hotelin önünde beklediğimi söyledim. Bir kaç dakika sonra Niko ve arkadaşı bisiklet ile geldiler. Tanışma faslından sonra beni takip et dedi. Biraz yol aldıktan sonra şehir merkezinden uzaklaştığımızda beni evlerine götürdüğünü anladım. Böylesi daha güzel olacak diye düşündüm. Ailesi ile sohbet edebilir, Svanları yakından tanıyabilirdim.
  Büyükçe bir bahçe içindeki Niko'nun evine vardığımızda, kardeşi David bisikleti gördü ve sevinç gösterilerinde bulundu. Bisikletin üstüne oturttum. Niko ise fotoğrafımızı çekti.
  Resimdende anlaşılacağı üzere Ushguli-Mestia yolu beni bitirmekle kalmamış bayağıda kirlenmişim.
  Niko Svaneti'de turizm işleri ile uğraşıyor ve ayrıca Tiflis'de Turizm okuyormuş.

Niko kalacağım odayı gösterdi. Bisikleti evin odalarının bulunduğu uzun koridora alıp alamayacağımı sordum. Tabii dedi. Bisikleti koridora alıp çantaları indirdim. Niko beni annesi Makvala ve kızkardeşi Nano ile tanıştırıp, Nano'nun ingilizce konuşabildiğini söyleyip tekrar şehire döndü. Kirli elbiselerimi ayırıp çamaşır makinesine bıraktım ve Nano makineyi çalıştırdı. Daha sonra banyo yaparak temiz kıyafetlerimi giydim. Bisikleti de bahçede yıkadıktan sonra, Nano mutfakta akşam yemeğinin hazır olduğunu söyledi. Yemeğe geçtiğimde gözlerime inanamadım. Masanın üstü çok fazla çeşit yemekle doluydu.Bu arada evin babası Murtaz Phaliani geldi ve onunla tanıştık. Ortamda biraz telaş hisettimse de sormadım.
 Gözüm derin porselen tas içindeki çorba,yemek karışımına takılmıştı. İçinde fasulye, pirinç, salça, ve daha birçok sebze vardı. Bu nedir diye sorunca,  Borç çorbası olduğunu söylediler. Daha önce Borç çorbasını internette görmüştüm ama bu ona benzemiyordu. Bunun biraz daha yöreselleştirilmiş olduğunu söylediler. Tadına baktığımda çok beğendim. Yemeklerde çok az çorba içmeme karşın derin kaseyi bitirdim.


Yine masadaki bol peynirli büyük dilimli Khachapuri'yi yemeye başladım. Kıtlıktan çıkmış gibi yiyordum. Kaç gündür doğru düzgün yemek yememiştim. Ushguli'de yemeklerden gelen o pis koku yüzünden yemek yiyememiştim. Gürcistan gezim boyunca yiyemediğim öğünlerin acısını çıkarıyordum. Masada duran peyniri yemeye başladığımda ise kendimden geçmiş gibiydim. Türkiye'de 25-30 Tl fiyatla satılan tam yağlı olduğunu iddia eden peynirlere on çeker. Nano'ya peynirin harika olduğunu söylediğimde amcası ve dedesinin Ushba dağı eteklerinde büyükçe bir inek sürüsü beslediğini söyledi. Kutaisi'de başlayan peynir lezzeti Svan bölgesinin kalbi olan Mestia'da doruğa çıkmıştı. Böyle harika bir peyniri ömrümde yememiştim.
   Bu arada Makvala bir kabın içinde, elektrikli fırına hamur sürüyordu. Masadaki ekmeğin de harika pişirildiğini söyledim. Nano, annem otelde aşçılık yapıyor dedi. Kullandığı kabın rengi kararmıştı. Kabın ne olduğunu sorunca, biraz zorlanarak tunci dedi. Bende Türkçe "tunç" olduğunu söyledim. 1980 yıllarda bizde de tunç kullanılıyordu ve tunçdan yapılmış mutfak malzemeleri değerliydi.
 Karnımı tıka basa doldurduktan sonra odama gidip not defterime olayları not ettim.

Bu arada misafirler gelmiş bahçedeki masaya oturmuşlardı.

 Mutfağa geldiğimde çamaşırların yıkandığını gördüm ve alıp bahçedeki ipe astım.
  Evin salonunda çocuklar, kötü bir seslendirme ile(sadece bir erkek ve kadın seslendirmesi ile) Muhteşem yüzyıl dizisini seyrediyorlardı. Mestia'da Muhteşem Yüzyıl dizisi. Vay be diye geçirdim içinden. Büyük kız Ana, koltuktaki Katty ve David, Yerde oturan kız ise misafir. Gördüğünüz gibi evlerde halı yok ve dışarıdaki ayakkabılar ile evin içine giriliyor.

Nano büyük bir bardakta bana çay hazırlamıştı. Bardağı alıp bahçeye geçtim. David yanıma geldi ve fotoğrafımı çekmesini istedim.

  Çayımı içerken bir ara şiir seslendirmesi kulağıma çarptı. Kafamı çevirdiğimde ev sahibi Murtazi elinde Şarap kadehi ile şiir,nutuk benzeri bir şeyler söylediğini gördüm. Seslendirdiği şey 3-5 dakika kadar sürdü. Kharagauli ulusal parkında bekçilerle geçirdiğim gecede onlar da şarap içerken bir şeyler söylüyorlardı ama bu kadar edebiyat içerikli konuşma görmemiştim.
   Aklıma Cüneyt Arkın'ın Bizans filmlerindeki replikleri geldi. O sahnelerin abartı olduğunu düşünürdüm ama şu an karşımda canlı olarak duruyordu. Seslendirdiği her neyse de bu yaptıklarının güçlü bir edebiyattan miras kaldığı belli oluyordu. Roma imparatorluğundaki şaraba bağlılık, Hıristiyanlar için şarabın kutsallığı aklımdan geçtiyse de Roma imparatorluğunun kalıntısı olabilecekleri ihtimaline prim vermemiştim.
  Biraz sonra, elbiseleri asmak için yanıma gelen Nano'ya babasının neden öyle konuşma yaptığını sordum. Bugün onun doğum günü dedi. Baban edebiyat olarak güzel konuşmalar yapıyor. Videosunu çekmek isterim dedim. O öğretmen dedi. Ben ise; evet günlerdir aradığım sohbet edecek adamı buldum diye aklımdan geçirdim. Lütfen! Sorar mısın? videosunu çekebilir miyim? Nano, babasının yanına gitti ve konuştular. Murtazi bana doğru döndü.
-Hey Turco diyerek gel işareti yaptı.
Masaya gidip Murtazi'yi ve misafirlerini selamladım. Bu arada Murtazi tekrar şarap kadehini eline aldı ve konuşmaya başladı.


Bu video'dan sonra iyice şaşkınlık şokuna girmiştim. Bu yaptığı duaya benziyordu ama çok güçlü bir edebiyat vardı. Uzun yıllardan süzülüp geldiği her halinden belli oluyordu.
  Evet, sohbet için aradığım adamı bulmuştum. Biraz sohbetin yeni ufuklar açacağının farkındaydım.
  Şarabı içerlerken içmem konusunda çok fazla ısrar ettiklerinde kola içebileceğimi söyleyince bana kola doldurdular.
   Murtazi masada oturanları bana tanıştırdı. Görev yaptığı okuldaki müdiresi, kızkardeşi ve oğlu, ayrıca aynı okuldan bayan öğretmen arkadaşı vardı.


Gece boyunca samimi ve sıcakkanlı olarak bolca tarih ve kültür sohbeti yaptık. Sohbetimizin uzun olması dolayısıyla ayrı bir sayfada yayınlayacağım.

 Misafirleri yolculadıktan sonra gece 12 gibi uyudum.Yarın iyi uyuduktan sonra Mestia'yı gezmeye çıkacağım.






Bugün aşırı nem ve çamur eşliğinde gittiğim yol yaklaşık 43 km.


Google Earth ve Yükseklik haritası








Önceki Günkü Yazımı için Buraya      Sonraki Günkü Yazımı okumak için Buraya Tıklayabilirsiniz.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder